4 Ekim 2020 Pazar

EK

 

Gazetelerin kitap eklerini incelemeyi severim. Hepsini edinmeye çalışıyorum ama bazı ekleri kaçırıyorum. Bazen de biriktirip toptan okuyorum. 15 Ağustos 2020 tarihli Yenişafak kitap eki önümde. Dikkatimizi çeken yazı din âlimi, diplomat, gazeteci, dünyanın sayılı antropologlarından Talal Asad’ın ‘Seküler Çeviriler’ ana başlıklı kitabı üzerine olan metin. Talal Asad, 2020 yılında basılan bu kitabında demiş ki ‘Modern dünyanın yaratılmasında Avrupa’nın genişleyişinin ilk dönemi, tipik şekliyle üstün ve sürekli gelişen savaş teknolojisinde ve bu teknoloji yoluyla ifade bulan bir şiddet pahasına gerçekleşmiştir.’ Aslında biz bunu altı yıl önce yayımlana ‘İnsan, bir dünya klasiğidir .’ adlı eserimizde yazmıştık. Batı, aslen teknolojisi, sahip olduğu üstünlükleri veya kendi ürettikleri medeniyet meyveleriyle nazarları üzerine çekmedi…Batı; Doğu'yu işgal etmeseydi, orda şu kadar cinayet işlemeseydi. Yerlileri öldürmeseydi. ...silahlar geliştirmeseydi, kimse Batı'nın kendisinin de ilminin de teknolojisinin de bu kadar dehşetle farkında olmayacaktı. Ve kimse,  Batı'nın üstünlüğünü kabul etmekten ziyade, ondan korunmak adına,  onu taklit edip Batılaşmaya çalışmayacaktı.'

Ömer Yalçınova, Ekrem Demirli ile tasavvuf üstüne söyleşi yapmış. Okunmasını tavsiye ederim.  Ekrem Demirli de deneyimin bir referansa dayanmasına vurgu yapıyor.

Diğer önemli bir eleştiri metni Trump ve Çağın Yalanları Üzerine. Trump bence yalan sanatında bir numara. Ve modern çağ, dünyayı yalana ve sahteye doyurdu. Asılsızlık bir numara idi. Ama artık sahtenin, yalanın saltanatı da çöktü. Daima yalan gider, hakikat gecikse de geri gelir.


Yeprem Türk

DERGİLER

  

Acemi, Ocak- Şubat 2020. Şiir pek gözükmez dergide. Şiir derken gerçek şiir. Romantik ve duygucu bir dile sahip şiirleri. Hani bir zamanlar radyoda sunucular tarafından okunan şiirlerden. Bu işin en yüksek noktasını galiba Attila İlhan yaptı. Sonra şiir okuma eylemi Bedirhan Gökçe ve İbrahim Sadri ile devam etti.  Neyse bizim mevzumuz bunlar değil. Gerçek şiirin dışında olan şeyler bunlar. Dergi Acemi olunca, işte bunları yazıyoruz.

Dergi notlarını çoğu kez dergileri anlatmak için değil, kendimi biraz kazmak için kaleme alırım. Sunuş yazısında W. Shakespaere’in sözü öne çıkmış: ‘Önce hayaller ölür, sonra insanlar.’ Yahya Kemal de  ‘İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar  demişti.

Kadıköy metni, Yahya Kemal’in bir zamanlar ezansız semtler eleştirisi gibi. Metinde kiliselerden ve her şeyden bahsedilmiş ama camilerden ses yok. En azında Osman Ağa Camii konu edilebilirdi.  Afife Jale’nin ilginç bir hayat hikâyesi var. Selahattin Pınar’ın da öyle. Sanatçı olmak topraklarımızda hep risk taşıyor. Geçim gailesi zor zanaata dönüşüyor.

İlknur Şimşek, eğitim ve yoksulluk ilişkisi adlı metinde17. Yüzyıl insanı John Locke’un bir sözünü alıntılamış: ’ Tanrı dünyayı Âdem’e  ve onun soyundan gelenlere verdiğine göre, dünya ortak mülk olduğuna göre nasıl oluyor da bütün nimetlerden herkes eşit olarak yararlanmıyor.’ Locke, özgürlük konusuna dair sık sık değinir. Referans da kabul edilir. Ama Locke, aynı zamanda bir köle taciridir. İlginçtir, Batılı düşünürlerin çoğunda buna benzer şekilde metin- kişilik zıtlaşması vardır.  Batılı filozoflar yazdıklarını yaşamak konusunda acayip falsolar veriyorlar.

 

Yedi İklim, Sayı 359. Şiir ve ideoloji meselesini tartışıyor girişteki ‘Edebiyatın Ufku’ yazısı.  Ali Haydar Haksal, Tolstoy üzerine düşünmüş. Epey alıntılı bir yazı. 

 

Türk Edebiyatı, Mart 2020. Abdurrahim Karakoç’un bir zamanlar Elbistan Postası’nda yayımlanmış atışmaları var. Muhatabı ise Ahmet Çıtak ve Kâmil Bozkurt. Okunmasını öneririm. Ömer Seyfettin ölümün yüzüncü yılında epey hacimli ve detaylı bir şekilde düşünülmüş, konuşulmuş. Ömer Seyfettin, başlangıçta güzel bir hayatın içine doğuyor. Köşkte. Sonradan tüm imkânlarını kaybediyor. Sahipsiz ölümüne dek geliyor. Sanki Osmanlının yazgısını paylaşıyor.

Ayrıca öne çıkan bir metin: ‘Giderayak Hive’.  Şehir yazılarını hiç kaçırmayan biriyim.

 

EDEBİYAT ORTAMI, Mart- Nisan 2020. Yerli şiirler ve yabancı lisandan çevrilmiş şiirler var. Mevlânâ’nın şiiri dışındakiler pek dolgun değiller. Sayfa sayısı bir edebiyat dergisi için fazla. Bilim ve araştırma dergisi mahiyetinde. Tam olarak o da değil. Hantal. Metinlerinin bir zevki, bir yordamı yok. Gelişigüzel toplanmış metinler bütünlüğü. Son yıllarda çıkan İslamcı dergilerin özelliği oldu, bu tutum. Üslup kayboldu.  Ali Emre ile yapılmış bir söyleşi var. Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyübi romanları üstüne. Buradan bir alıntı: …Nurettin Zengi. Müslüman Şark’ın hem kılıcı, hem kalkanı, hem kandili olmuş. Hayatın birçok ünitesini ayağa kaldırmış. Bilge ve çalışkan kadınlarla, yiğit ve coşkulu adamlarla gerçek bir İslâm baharı oluşturmuş. Öyküde ve eleştiride ise seçkin bir tavır gütmüyor, Edebiyat Ortamı.

Mehmet Kayır, Prof. Dr. İbrahim Gürses’in ‘Sufî Kişilik Psikolojisi’ adlı kitabını tahlil etmiş. Oradan bir alıntı: İlhamın kaynağı şüphesiz tektir. Ancak vesileleri pek çoktur. Bu vesileler; bazen bir düşman, bazen bir âşık, bazen bir maşuk, bazen aşkın kendisi olur…’

Halit Yıldırım, Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u üstüne düşünmeler yapmış.  Bu romana yazılmış ilk kasaba romanı, demiş. Nedenini ise şu şekilde bağlamış: Zira Kuyucaklı Yusuf’a kadar yazıla yerli romanların ana konusu yanlış Batılılaşma sorunu iken Kuyucaklı Yusuf’ta toplumsal yapının aksayan yönleri, kırsal kesimde ezilen köylüler, ahlâkî çöküntü ilk defa bu romanda ele alınmıştır.

Yazının sonunda ise, Alaaddin Karaca’nın bu roman özelinde söylediği ‘Türk edebiyatında J.J. Rousseau’nun isyan ve doğaya dönüş felsefesinden kaynaklanan başkaldırı temasını işleyen ilk romandır’ görüşünü katılarak paylaşmış. Buna itirazımız var. J.J. Rousseau’nun doğaya dönüş felsefesi ağır sanayi sonrası gelen kapitalizmin kirlettiği şehir anlayışından etkilenerek oluşmuş düşüncedir. Kuyucaklı Yusuf’ta böylesi bir mekân yok. Kasaba doğa ile iç içedir, zaten. İkincisi de Kuyucaklı Yusuf’ta doğaya dönüş arzusu değil fıtrata, bozulmamış insana varma arzusu belirgindir.

 

Lâ Dergisi, Sayı 15, Şubat- Mart 2019. Şiir ve Şair üstüne düşünülmüş. Şiir bulamadım bu sayıda. Alaattin Karaca ‘edebiyatın sivilliği’ merkezli bir söyleşi vermiş. Diyor ki ‘Bence gerçek sanatkâr, sadece kendisine ezelde üflenen ruh/nefes dolayısıyla varoluşsal/fıtrî bir refleksle, eserinin ilk özünü oradan/fizikötesinde alır.’ Karaca’nın çoğu şiir görüşleri Sezai Karakoç’un söylemiş olduklarının başka bir tekrarıdır: Fizikötesi yaşantılı bir kişi yani.

Karaca, ödül ve devlet konusunda epey fikir serdetmiş. Şaire ödül verilmemeli diyor. Şair, ödülünü devletten değil; Allah’tan almalıdır gibi bir anlayışa sahip. Günümüzde şairin konfor düşkünü ve popülist olduğuna şüphe yok.

Fuzûlî’yi, Meryam dağ yazmış. Şairin çileciliği ön plana çıkmış metinde. Galiba Fuzûlî’den sonra şiir konusu çileyle daha bir içli dışlı açıklanır oldu. Gerçi Sezai Karakoç da bir şiirinde içlilikte Fuzûlî’yi mi geçeceksin diye soruyordu.

 

Kitap- lık, Mart – Nisan 2020. Yücel Kayıran’ın, Sabahattin Kudret Aksal’ın Poetikası ve Sorunları adlı metniyle açılıyor. Tinsellik ve tarihsellik ışığı altında ve Garip Şiiri ve İkinci Yeni ekseninde Sabahattin Kudret Aksal’ın şiirini konuşuyor. Ve diyor ki ‘

Ne bitmez şarkın var

Baca

Bütün gün tütersin

Bu şiir, Aksal’ın sentezidir; bence hiçbir zaman Garip olamaz ama içinden geldiği poetik güzergâhı, Garip’in içine yerleştirdiği yerde kendini bulur. ‘Baca’ bu iç içe geçişin şiiridir.

Murat Yalçın, Cevdet Karal ile konuşmuş. Cevdet Karal’ın verdiği cevaplardan cümleler alıp buraya yazmak isterim.

Ziya Osman Saba’nın tevekkülüne imrenirim.

Etkiden kaçmak, kendinde yetkinlik, yetenek vs. vehmeden kişinin hiç de yaratıcı olmayan refleksidir.

Simone Weil’in şu sözüne işte, yürekten katılıyorum:  ‘Hakikat ve güzellik gayrişahsidir.

Realist değilim, sadece ciddiyim.

Şiir, hepimizin algısında ortak olan bazı dayanak noktalarına ihtiyaç duyar. Şair, ne denli uca giderse gitsin, onları d gözetmek durumundadır.

Cenk Gündoğdu, Osman Çakmakçı ile söyleşmiş. Bunlar da Çakmakçı’nın cümleleri:

Gençken kitabım çıktıktan sonra derin bir depresyona girerdim.

Dünyada her şey bir kavram haline geldi, kavramsallaştı. İmge de değil, kavram. Gösterge haline geldi.

Bence 2000’lerle birlikte dünyada bir çağ kapanıp yeni bir çağ açıldı. Bu süreçte herkesin kafası karmakarışık. Dünyayı görüp algılamak, anlamak neredeyse imkânsızlaştı.

 

Kertenkele, Şubat – Nisan 2020. Konu başlıkları: Şiir öldü mü? Hikâye yaşıyor mu? Palto söylemi.

Şiir merkezli bir dergi, Kertenkele. Şiirin öldüğü yerde diğer türlerin de yaşayamayacağını söylüyor. Edebi türler arasında tahtta şiir vardır yani.

Yazında palto giyenlerin yanlış bir yerden yanlış bir şey giydiklerini söylüyor. Gogol’un Palto hikâyesine gönderme yaparak, yerel kaynağın referans alınmadığı belirtiyor.

Ali Celep, Sezai Karakoç’tan seçtiği şiirler üzerinde uzun poetik okumalar yapıyor.

Yoktur Gölgesi Türkiye’de şiiri için bakın ne yazmış:

Yoktur Gölgesi Türkiye’de, Sezai Karakoç’un çok sevdiği annesinin ölümü üzerine yazdığı bir şiirdir… İki kesitin son dizesi ve ikinci kesitin ikinci dizesi şiirin ‘özel’ bir kadından bahsettiğini öğretir. Bu ‘özel kadın’ın 1071’den bugüne yaşamakta olduğumuz toprakların mayasını karan manevi oluşumun ürünü olduğu açıktır…’


AŞKAR, Ocak- Şubat- Mart 2020. Kapağının değişmez alıntısı: Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!

İlk sayfada yine bizi İsmet Özel karşılıyor: ‘Hayatımızda ne kadar sıkıntı, tereddüt, inkâr varsa hepsi hitap ile cevap arasındaki münasebetten doğuyor.’

Ali Mücahit Yılmaz’ın Çözülme şiiri dikkat çekti. Bir kıta:

Yansıtan kablo erir donar fiberler

Haberler biter erir akşam ajansları da

Telaşsız bir güne uyanılır orada ben de eririm

Yalnız hatıra kalır kime kalacaksa

Aşkar, İsmet Özel’i tanımak ve öğrenmek isteyenlerin vazgeçilmezidir. . Sivas’ta çıkıyor. Bir yönüyle Konya’da çıkan mahalle mektebine de benziyor. Merkezde yer alan önemli şairler ve yazarlar buralarda yazıyor. Bu durum aslında dergiciliğin imkân bakımından ne kadar ileriye gittiğini gösterir. Dergiler arasında merkez- taşra ayrımı ortadan kalkmış gibi. Ama gene de öyle değil.

Şiir eleştirisi genelde Osman Özbahçe’nin şiire bakış açısından hız ve temel alır.  Bu sayıda yine şiir sanatı ütüne epey düşünce- metin üretilmiş. İkinci yeni konuşulmuş. Bu bahiste,  Osman Özbahçe öne alınmış.

Dergide Hayriye Ünal ile yapılmış bir söyleşi var. Hayri Ünal:

Çete ile akımı birbirinden ayıralım. Akım doğal akışta aynı çağda olmanın bir gereği olarak oluşur. Okullarda öğrenci tarafından kolay ezberlenmesi sebebiyle akımlar, guruplar daha kolay tarihselleşir. Bireysel maceralar daha seyrek öne çıkar…

Oysa günümüzde bireysel şairler daha bir ön aldı. Kalan şairler bireysel başarıları ile bunu başardı. Akım şairi olmak sanki geri plana atılıyor.

 

Yeprem Türk