26 Ekim 2018 Cuma

PROJE DEĞİL İLHAMDIR





Yazmayı ve dergi çıkarmayı yarın da bırakabilirim. Ömrüm olursa yirmi sene sonra da. İlhamla yazıyorum. Ve her şey ona bağlı. Hiçbir şeyi proje olarak düşünmüyorum. Değil mi zaten en büyük proje, mefkûre ilhamdır.

Şehirler Kitabı da ilham olayıdır. Düşündüğüm bir şey değildi. Ama şehirler hakkında ne bulduysam okudum. Ve Tanpınar’ın Beş Şehri’ni daha çok coğrafik ve metafiziksiz buldum. Daha doğrusu El Medinet’ül Fazıla ile organik bir bağ kuramamış gördüm.

Ama bu işin başlangıcı, Mustafa Nezihi Pesen Ağabey’imin Bosna hakkında bir metin istemesiyle oldu. Bosna’yı yazarken, Bosna bir Yeşil Yunus şeklinde gözümde canlandı. Ve durum farklı kişiliklerde diğer şehirlere de sirayet ediverdi. İslam şehirleri bir ışımayla gönül coğrafyamda bir bir yükseliverdi. Yazılar da böylece başladı. Ve Mustafa Nezihi Ağabey’in, yazıları, ilhamıymış gibi sahiplenmesi de ilginçti. Bence, metinlerime verdiği ilk tazyiki fark etti.

Yirmi şehir yazıldı. Yirmi şehir daha yazılacak. Mustafa Nezihi Pesen Bey’e teşekkürler.

Yeprem Türk

25 Ekim 2018 Perşembe

OSMAN ÇAKMAKÇI


Osman Çakmakçı ile tanışmam, tesadüfi ve spontan şekilde oldu. Devamlı çay içtiği, anlaşmalı bir çay evinde, Kadıköy’de. 

Sanırım görüşmemiz kırk dakika sürdü. Çünkü fazla konuşmak hem onun için hem de benim adıma iyi bir şey değildir.

Çıkardığı derginin adı önce Pathos’tu. Sonra telif hakkı meselesinden dolayı Duygu Çağı oldu.

Osman Çakmakçı, duygu çağını getirmek isteyenlerden. Şiir akılla yazılır düsturuna karşıdır.

Aslında Duygu Çağı dergisinin içeriğini Osman Çakmakçı’nın yüzünde gördüm, sesinde işittim.


KÖR YAZI


II.BÖLÜM

Boğazıma geçireyim diye bir urgan

Yarmak için karnımı bir bıçak

Bir yastık koyayım başıma n’olur

Pencereden vuruyor
Beni yalnızlaştıran ışık

Öyle yorgunum ki kimsesizim
Uyutsun beni bir yatak serin hadi

Yazılmıyor yazgı yeniden
...

Göçebe dergisinden Duygu Çağı’na çıkar Osman Çakmakçı. Ama şiir telakkisi hep barbar şiir üzerinde sürer. Ham duyguyu, ham şiiri yakalamaya çalışır. Kültürden kaçar. Aslında ulaşmak istediği yer büyük ve derin olan saflık’tır. 

Osman Çakmakçı’ya göre ahenk önemsizdir. Oysa şiirde ritim gereklidir. Şairin bunu nasıl sağladığı daha önemlidir. Kimi şairler, Mayakovski gibi ses üzerinden çalar sazını. Kimi de kelimelerle. Ama bunlar tekniksel şeyler. Günümüz şiirini kurtarmıyor. Artık ritim şiirde duygu ile sağlanır. Bu da biçimsel değil, özsel bir durumdur Çakmakçı şiirinde.
...
Isıtmıyor sarı rengiyle
Bir yuva vermiyor
Uyuyayım
...
İkinci ayrıksı özelliği Çakmakçı şiirinin, sarı renkli olmasıdır. Göçebeliğin rengidir, sarı. Yersizliğin ve yurtsuzluğun. Faniliğin. 

Bu rengi tarihin iki kişisi iyi kullanmış, yerinde manalandırmıştır. Dünyada iki büyük sarı vardır. İlki Yunus’un sarısı, diğeri Van Gogh’un sarısıdır. Birbiriyle ilgilidir ancak Yunus’un sarçiçek’teki sarısı daha derindir. Van Gogh’taki sarı Hollanda dağlarının ve ovalarının kozmosla harmanlanmasıdır. Yunus’un ki ise hem doğayla hem de metafizikle yoğrulmuş bir sarıdır. Gelip geçiciliğin dip boyasıdır. Vahdete giden yolda insana varlığı anlam yönünden ilham edip, bu dünyada silinmeyen ancak bütün renkleri doğuran, içine alan o tek renge kavuşunca bitecek, silinecek bir şeydir. Çakmakçı’nın aradığı barbar sarı budur.

Yeprem Türk

NEBAHAT ERKEKLİ, DESENLER VE GÜNGÖR ERKEKLİ İLE MEKTUPLAŞMALAR


Mektup, İslam medeniyetinin telif eser üretme tarzlarından biridir.  Bakmayın, son çağlarda içine kartpostal koyularak yazılmış boş ve derinliksiz mektuplara. Îmam-ı Rabbânî’nin Mektûbâtı var  mesela. Uzak diyarlara, müridlere yazılan mektuplarla meydana gelmiş, nice eren ve alim külliyatlarına sahibiz. Eskiden mektup türünün yazın alanında büyük iktidarı bulunurdu.

Mektuplar, bir devri sosyolojisiyle psikolojisiyle aydınlatır. Eğer kalem derinse okuyucuyu ilhamlara bürür. Hayat, sanat ve insan adına bir irfan haline gelir.

  Geçenlerde, Osman Serhat Erkekli’nin babasının annesine yazdığı mektupları okudum. Osman Serhat, kitap haline getirmiş bunları. Annesinin resimlerini de kitaba eklemiş.

Kitapta hakim duygular: Özlem, ülkü ve yoksulluk. Bir devlet memuru olan şairin babasının ve neredeyse cumhuriyetin ilk bayan ressamlarından olan Nebahat Erkekli’ye duyduğu aşk ön planda. O zamanın Türkiye’sindeki ekonomik yaşamın tüm zorlukları ve ideolojik yönelimler eserde net şekilde görülebiliyor. Bakımsız Türkiye’den birçok manzara var, kitapta. Halkın hayata tırnaklarıyla tutunduğu belli.

Zorluk, umut ve samimiyet dolu şeyler yer yer de Ahmet Muhip Dıranas ikliminde esere yayılmış. Osman Serhat Erkekli içinse çocukluğa, yitik cennete, safiyet dolu bir döneme bu mektuplar sayesinde dönüp bakmak ilginç ve tatlı olsa gerek.


Yeprem Türk