Osman Çakmakçı ile tanışmam, tesadüfi ve spontan şekilde oldu. Devamlı çay içtiği, anlaşmalı bir çay evinde,
Kadıköy’de.
Sanırım görüşmemiz kırk dakika sürdü. Çünkü fazla konuşmak hem onun için
hem de benim adıma iyi bir şey değildir.
Çıkardığı derginin adı önce Pathos’tu.
Sonra telif hakkı meselesinden dolayı Duygu
Çağı oldu.
Osman Çakmakçı, duygu çağını getirmek isteyenlerden. Şiir akılla yazılır düsturuna karşıdır.
Aslında Duygu Çağı dergisinin içeriğini Osman Çakmakçı’nın yüzünde gördüm,
sesinde işittim.
KÖR YAZI
II.BÖLÜM
Boğazıma
geçireyim diye bir urgan
Yarmak için
karnımı bir bıçak
Bir yastık
koyayım başıma n’olur
Pencereden
vuruyor
Beni
yalnızlaştıran ışık
Öyle yorgunum ki
kimsesizim
Uyutsun beni bir
yatak serin hadi
Yazılmıyor yazgı
yeniden
...
Göçebe dergisinden
Duygu Çağı’na çıkar Osman Çakmakçı. Ama şiir telakkisi hep barbar şiir üzerinde sürer. Ham duyguyu, ham şiiri yakalamaya
çalışır. Kültürden kaçar. Aslında ulaşmak istediği yer büyük ve derin olan saflık’tır.
Osman Çakmakçı’ya göre ahenk önemsizdir. Oysa şiirde ritim gereklidir.
Şairin bunu nasıl sağladığı daha önemlidir. Kimi şairler, Mayakovski gibi ses
üzerinden çalar sazını. Kimi de kelimelerle. Ama bunlar tekniksel şeyler.
Günümüz şiirini kurtarmıyor. Artık ritim şiirde duygu ile sağlanır. Bu da
biçimsel değil, özsel bir durumdur Çakmakçı
şiirinde.
...
Isıtmıyor sarı
rengiyle
Bir yuva
vermiyor
Uyuyayım
...
İkinci ayrıksı özelliği Çakmakçı şiirinin, sarı renkli olmasıdır.
Göçebeliğin rengidir, sarı. Yersizliğin ve yurtsuzluğun. Faniliğin.
Bu rengi tarihin iki kişisi iyi kullanmış, yerinde manalandırmıştır.
Dünyada iki büyük sarı vardır. İlki Yunus’un
sarısı, diğeri Van Gogh’un
sarısıdır. Birbiriyle ilgilidir ancak Yunus’un sarçiçek’teki sarısı daha
derindir. Van Gogh’taki sarı Hollanda dağlarının ve ovalarının kozmosla harmanlanmasıdır.
Yunus’un ki ise hem doğayla hem de metafizikle yoğrulmuş bir sarıdır. Gelip
geçiciliğin dip boyasıdır. Vahdete giden yolda insana varlığı anlam yönünden
ilham edip, bu dünyada silinmeyen ancak bütün renkleri doğuran, içine alan o tek
renge kavuşunca bitecek, silinecek bir şeydir. Çakmakçı’nın aradığı barbar sarı
budur.
Yeprem Türk