3 Haziran 2017 Cumartesi

&

Milletimiz için, Bedir, Malazgirt, İstanbul’un fethi, Çanakkale ve 15 Temmuz direnişi mana bakımında fire vermeyen altın yapraklardır.

Milletimiz bu nefessel hareketleri ve bu dünyanın uç verdiği kavramları geçmiş ve geleceğin haritası gibi görür. Çünkü bilir ki, bunların değerleri bilinmezse kendi kıymetini ve aslolan hikmetini de kaybeder.

Mehmet adını bir zamanlar, Aykut Nasip Kelebek’in benim Önemli Olan isimli eserimi kritik ederken dediği gibi, arabesk duygular ve faziletsiz temalar altında ezdiler. Bu, öyle oldu diye Mehmedilik kavramı değersizleşti mi? Hayır. Bir zamanlar da camilere at bağlayıp mabedleri ahır haline getirmişlerdi. Camiler ruhundan yine de bir şey kaybetmedi. Bu tür şeyler Ashab ı Kehf gibidir. Biraz uyur, sonra tekrar dirilir.

Bu nedenle tarihimize hem gönül hem de idrak ile yaklaşmalı.  Akletmesi ve gönül ışığı olmayan insanın tarihi okuması verimsiz, çorak, ilgisiz ve kopuk olur. Oysa idrak ve gönül ışığı nur gibidir. Okuduklarından altın, gümüş seçmeyi bilir.



Y.Türk


...GİBİ Mİ...


‘Kardeş kardeşi vurup da kahraman olur mu?’ diyen V. Hugo ile benzer bir çağda yaşıyor gibiyiz. Benzerini de yıllar önce Mehmet Akif, akabinde Sezai Karakoç sıkça söylemişlerdir. V. Hugo, bizde daha çok Namık Kemal’e benzer. İmparatorlukların yıkılıp cumhuriyetlerin dünya tarihine indiği dönemin şairidir, Huğo.

Anlaşılıyor ki, dağılma dönemlerinde milletler bu durumu yaşıyorlar. Ama dikkat çekmek istediğim şey şu:

Ben de bir şiirimde:
...
Ya din kardeşi parçalayan adam
İnsan köpek gibi mi inanır Allah’a
Anlamıyorum.

Demiştim.

Millet varlığımızı, daha çok cumhuriyetlere ayırmanın sancılarını yaşadık. Büyük milletlerin, atomlarına dek ayrılmak istendiği zamanları gördük.  Şair olarak, bu ivmeden kaynaklanan sancıları konuştuk.  Şükür ki, 15 Temmuz Direnişi ile cumhuriyet teriminde önemli değişiklikler oldu. 15 Temmuz Direnişi, cumhuriyet bakış açısını değiştirdi.  Cumhuriyet: insanın kendi kendini yönetmesidir, ancak cumhuriyetlerden anlam olarak ırkların anlaşılması yanlıştır, dendi.

Y.Türk



TÜRK ŞİİRİ YILLIĞI'NDAN




Türk şiir tarihinde, Divan ve Halk edebiyatı dediğimiz klasik yazından sonra gelen Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Mehmet Akif, Tevfik Fikret, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet birinci kopuş dönemi şairleridir. 

 İkinci kopuş ise I. Yeni olarak Orhan Veli ile gerçekleşmiştir. Üçüncü kopuş II. Yenicilerle gelmiştir.  Bu dönemlerin dışında şiirimiz,  bu derece fark edilir, şiirde amaçların ve unsurların bu denli değiştiği bir zaman dilimi görmemiştir.  Sonradan gelenler arasında yeni şiirden ziyade kök kavgası verilmiştir. Örneğin, şiire bakış açıları bakımından, ideolojileri dışında, İsmet Özel, Ataol Behramoğlu İkinci Yeni Şiiri’nin devamıdır.  Cahit Zarifoğlu ayrıksı olmasına rağmen II. Yeni şiirine intibak etmekten kurtulamıyor. Hakeza 70 Kuşağının tüm şairleri, İkinci Yeni’nin gittikçe zayıflayan ayakları gibi duruyor.  Seksen Kuşağı ise  Ahmet Haşim ve Yahya Kemal çizgisini güncelledi. Dört başı mamur bir hareket oluşturamadı. Doksan kuşağını,  akım olarak Neo-epik şiir kuşağı içinde sayabiliriz.  Ancak yine de Neo-epik şiirin bir kopuş olduğunu söylemek zordur. Seksen kuşağı ile doksan kuşağı ya da neo-epik arasındaki savaşın sebebi de nihayetinde  kök yani Ahmet Haşim ve Yahya Kemal mi yoksa Tevfik Fikret, Mehmet Akif mi kavgasıydı. Bu açıdan Neo-epik bir akımdır, Türk şiirine yeni bir soluk getirmiştir. Lakin Anadolu’nun kimliğini tam bulamamış bir şiir hareketi olarak kalmıştır.


Burada, kendilerini biçimci olarak adlandıran yeni biçimcilere de değinmek lazım. Onlar şiirde bir kopuş gerçekleştirdiklerini savunuyorlar. Ancak, bu kopuş isteği, doğal ve kendiliğinden gelen bir gerçeklikle değil kopuş olsunda nasıl olursa olsun dedikleri için Türk şiirinin dışına düşmüştür. Saçmalamıştır. Gerçi bu tür saçmalıkların da atası II. Yeni içindeki İlhan Berk’tir. 



Y.TÜRK

FARKLAR

Doğu ve Batı’nın kavramları ve bunlara yaklaşım farkı her daim arzı endam eder.

Doğu ve Batı, dış cepheden kaynaşş gibi gözükse de temelde ve ruhta hep ayrı ayrı kalmıştır.

Dünyayı anlamlandırma ve yorumlama çabasında ne aynı kalıba ne de aynı manaya varmışlardır.

Örneğin onlar ahret bilgisine eskatoloji  diyor biz mead. İkisinin arasında uçurumlar var. Biri, kozmik bir alemden, uzaydan bahseder gibi konuşuyor. Öbürüyse sağında ve solunda meleklerin yaşadığına inanmanın kanlı ve canlı ruh haliyle.

Onlar pagan derler biz aynı duruma şamanlık deriz. Gerçi şamanlıkta paganlık gibi bir sapkınlık hali değil; haniflik biçimidir. Ve paganlık çok tanrılı bir inanca mensuptur. Türkler, İslamla buluşunca şaha kalkar; oysa Yunanların, Hristiyanlık ile buluşunca ateşi söner. Paganlar, bu buluşmayla eski medeniyetlerinin şaşalı dönemlerini kaybeder.

Bizde nefes vardır. Onlarda imge, kurgu. Platon’un meşhur mimesis(taklit) teorisi de bana buradan gelir. Bu durum, Platon’un nefes kavramını tanımamasıyla ilgilidir. Oysa, bizde nefes kavramına en yatkın dil taşıyan kişinin şair, yazın türünün ise şiir olması hiç boşuna olmadı. Platon, ne kadar şairleri devlet denen feleğin bünyesinden uzak tutsa da, bizde  yeni devlet, milletçe ortaya çıkan nefeslerden sonra temellenmiş, kurulmuştur. Ve bugün, milletimizin ve devletimizin kuruluşunu ve istikbalini çerçeveleyen metin de bir şair tarafından yazılmıştır.



Y.Türk

Devlet Şiiri ( Devlet ve Şiir)


Bu adlandırma şifahi bir kavramdır. Değeri, değer olarak alır. Devleti; nimet ve medeniyetin temel taşıyıcısı  anlamında kullanan biri olarak diyorum: Devlet kavramı, dünyamızın şifahileştiği ve köklerini şifahi anlayışa dayamaya çalıştığı zamanları vurgular. Devlet, en şifahi terimlerden biridir nihayetinde. Türk şiirinin şifahi temelleri İslam ile biçimlendiği düşünülürse devlet teriminin bugün kan tazelediği söylenebilir. Ve büyük bir şiirsel etkiye maruz kaldığı da.

Halbuki antik çağlarda şair ve şiir, devlet tarafından pek istenmeyen unsurlara dönüşmüştü. Bu anlayışın sözcülüğünü ise Platon yapmıştı.  Bugün geldiğimiz noktada ise devlet aygıtı neredeyse şiirsiz yapamıyor.

 Siyasetçiler, kürsüye çıktıklarında şiir okumadan inmiyorlar. Şiir, meramın halka anlatılmasında günümüzde başat tür.  Ve devlet ve şiir, birbirinden ayrılmaz parçalar gibi.   Örneğin, 15 Temmuz Direnişi’ni besleyen şeyler ayet ve hadislerden sonra, şiir oldu neredeyse. Aslında Platon’un şiiri devletten uzak tutmasının bir anlamı da kalmaz, bu gerçeklikler karşısında.


Y.Türk



2 Haziran 2017 Cuma

&

Medeniyetimiz tatile varınca, yani aslında Musa misali dağa çıkınca, dağın eteklerinde buzağı ideolojileri boy verdi. Ve bunun yanında birçok put edinildi.
Yıllarca İslam yokmuş gibi davranıldı.
Darbelerle, muhtıralarla ümmet köklerine küstürülmeye çalışıldı.
Önce medeniyeti sonra ülkeyi bölmek, yok etmek için Avrupa önderliğinde adeta bölücülük, hendekçilik davası güdüldü.
Ümmetin değerleri, alametleri, tarihi tepelenmeye çalışıldı.
Her türlü hastalığın sultanı siyasetsizlik mikrobu, neredeyse ülkemizde kral ilan edilecekti. Nura, ışığa, feyze, sağlığa tahammül edilmeyecekti.

**
Git gide vücut yoruldu.
Bilgi yoruldu.
İyilik yoruldu.
Ahlak yoruldu.
Şiddet bile yoruldu.
Aymazlık yoruldu.
Ancak aymazlar yorulmadı.
Kötülük yoruldu.
Kötüler yorulmadı.

***

Ki sevene ve bekleyene de Tanrı sevgisi gecikmezdi.
Ve o sevgi nurlu bir kanat, feyizli bir el gibi, emin millete emin bir kale gibi indi.  Ümmet, direndi. Kuşatmayı kırdı. Ülkesini ve ülkesindeki varlığını emin kıldı. Şeytani çemberi bertaraf etti.
Artık Türkiye’de 15 Temmuz Direnişi’nden beslenmeyen bir akım, bir siyasa mümkün değildir. Medeniyetimiz için, Musa dağdan inmiş gibidir. Medeniyetimiz artık, etkisini binlerce yıl sürdürecek, başlı başına bir 15 Temmuz iklimindedir.

Ve bu iklimin direği dindir: İslam’dır.


Y.Türk

&


15 Temmuz Direnişi Avrupa’yı geriletmenin  ayak sesidir. Ve ana ruh kalesidir.
İslam topraklarında meydan gelen siyasi çalkantılar bu dokunuşla evre evre yoluna girecektir.
Doğu’nun sesi yükselecek, Avrupa’nın sesi kekeleyecektir.
Çünkü; 15 Temmuz Direnişi, orijinal bir kişilikte çağa damgasını vurmuş ve 200 yıllık Batı üstünlüğü safsatasına atılmış bir neşter olmuştur. Başka hiçbir millet yoktur ki tankları elleriyle durdurmuştur.
Bu, milletimize özgüven vermiştir. Milletimizin biçimini anlamına oturtmuştur.
Milletlerin de manaları vardır, onları açık ederler, yaşarlar. 15 Temmuz Direnişi ile milletimiz manasını tazelemiştir.

Adem Kalan



&

Anadolu’nun, Türkiye’nin ve milletimizin kadim bir haleti ruhiyesi vardır. Bu aslında kolay kolay değişecek bir şey değildir.  Bu ruhun kökleri derindir.  Değişir gibi görünse de değişmez. Halini tamim ve tahkim eder. Yani gizli ya da açık kendisini düzen eyler. Üstüne ne derece basınç uygularsanız uygulayın,  insan tipini değiştirmeden aksine bir sonuç vermez. Cumhuriyet tarihi boyunca ‘yeni insan tipi’ kavramından biteviye söz edilmesi bu açıdan manidar. 

Bu ibare, irdelenmeyi hak eder.  Aslında bu deyiş, kadim halet i ruhiyemizi değiştirmeye değil, insanı bu kadim kaynaktan uzak tutmaya yarar. İnsandan başlayarak, geriye doğru kadim tarihi yok etmek için tasarlanır. Çünkü insan değişti mi, ruhuna yabancılaştı mı yeni insan kadim köklerine meydan okuyacaktır.  Kendisini, öz medeniyetine değil başka bir uygarlığa ait hissedecektir. Ve  eski insanın yeni insana geçmesi gereken ruhu  kaybolmuş, bitmiş ve  bir tarih böylece ortadan kalkmış olacaktır.  Bu nedenle, insan, modern çağda kültür pazarına sunulan ‘yeni insan tipi’ yaygaralarına itimat etmemelidir.  Çağın araçları devşirilebilir, ancak ahlakını kazanmamalı, merhum Akif’in dediği gibi. Tip, millette bir kez oluşur çünkü. Çağın gereklerine ve diline göre de donanır. Aksi halde insan önce ruhunu, sonra medeniyetini, sonra dinini yitirecektir.

15 Temmuz Direnişi, bu yeni insan tipi mavalına en yüksek perdeden anlamda karşı çıkıştır.  Eskimeyenin, her daim yenilenenin peşinden koşuştur.

Kendi medeniyet dairesinde, kendi özünde kalıştır. 



Y.Türk