Tarihi,
tabiatı, toprağı, kuşları, çiçekleri, türküleri, şarkıları, aileyi, babayı,
sevgiyi, şehirleri, köyleri, garibanlığı, yetimi, vahdeti vücudu, her geçen gün
daha da gelişen, büyüyen, idrak ve zevk eden Türkçesiyle anlatmaya çalışır.
Ayrıca, ayetleri, şiir içinde özgün bir mana ve kişisel tecrübe ile söyler. Ve
aslen sünnet şairidir. Birçok sünnetle ve sünnetin çağrışımlarıyla yüklüdür
Tenekeci şiiri. Anadolu erenlerinin çeşitli söylemlerini de şiirinin içinde
saklar. Aslında Anadolu irfanı şiiridir, onun şiiri. Çünkü zaten özde de hece
vezni, Anadolu irfanı veznidir.
DUYGU
Tenekeci
şiirinde duygu adeta bir biçim gibidir. O yapıyla dışa taşmayı, okuyucuyla
buluşmaya yatkındır. Psikolojiden biliriz ki duygu asaldır, taklit edilemez.
Başkalarının duygularına maruz kalan bir insan bile o duyguyu kendi duygusunun
mahremiyeti içinde yeniden dönüştürür, kendisinin kılar. Şiirdeki orijinallik
aslında duygudan kaynaklanır. Modern şiirimizin başlangıç noktasında olan
şairlerin çoğu, Batı şiirini akımlar üzerinden tevarüs ettiği için, kendi
duygularını şiire yansıtamamışlardır. Akımlar, dünya genelinde ortak duyuşlar,
bilişler, teknikler geliştirmiştir, yenilenmeyi sağlamıştır, ancak şairdeki
kişisel tecrübeyi de yaralamıştır. Fason
bir üretime kapı aralamıştır. Ve sonraki dönemlerde Batı şiirinin didik didik edilmesiyle bu ilham ve duygu çalıntıları ortaya çıkmış, şairine karşı da güveni
yıkmıştır. İbrahim Tenekeci, gelecek çağlardaki okuyucusuna, kendi adına bunu
yaşatmak istemiyor. Tabiat bile İbrahim Tenekeci şiirine, natürmort ya da natüralist
bir tavır üzerinden akıp gelmemiştir. Spontane bir şekilde, şairin tabiatla girdiği
samimi diyalogla elde edilmiştir. Yunus’un tabiatla doğrudan bir söyleşi olarak
var ettiği bazı şiirleri, Tenekeci şiirinin bu husustaki öncüsüdür. Yani
nesnelere, olaylara ve konulara karşı kendi duygusuyla hareket etmiştir. Bu
yaklaşım da onun, özgün ve orijinal bir şair olarak kalmasını sağlamıştır.
TEKNİK
Milli Edebiyatçılar, hece şiirini kabukta, dışarıda inşa ederken Necip
Fazıl gibi insanın ruh tarafını anlamada kabiliyetli şairler ise hece şiirini
içerden tahkim etti. Sonradan gelen şairler ise bu iki ayrı hece damarını tek
bir kanala taşıyan bir hece şiiri tesis ettiler. Bugün hece aynı şiirde hem
vatan, millet, tarih gibi meseleleri taşırken hem de vahdeti vücut gibi ağır
konuları bu meselelerin yanına iliştirebiliyor. Bu açıdan Hece şiiri doksan
kuşağı içinde yeni kabiliyetler ve ufuklar elde etmiştir. Tam anlamıyla çağının
şiiri olmaya yeltenmiştir. Hem vatan hem hikmet şiiri olmuştur.
REFERANS
İbrahim
Tenekeci şiiri, her anıyla ve söyledikleriyle bir referansa yaslanır. Aslında
hece şiiri başlı başına bir referans şiiridir. Konuşmalarının, gerçek
kaygılarının, metafizik hissedişlerinin dayandığı kadim kaynaklar hep vardır
hece şiirinin. Hece zaten, dünyada başka hiçbir batılı topluluğa benzemeyen bir
toplumun, milletin şiiridir. Referansları hep kendi toplumlarının hayatı ve
görüşü içindedir. Nerdeyse kendi insanının bir fıtratı olmuştur. Tenekeci
şiirinde bu durum daha net ve derindir. Örneğin ‘İnsana son şekli sanki dağlarda/ Suların başında verilmiş gibi’
mısraları var Tenekeci’nin ve insanı hilkat anına götürmektedir. Temiz ve
berrak fıtratı haber vermektedir. Yunus gibi, şiirlerini ayet olsun, hadis
olsun ya da bir olay olsun genelde tarihi ve kadim referanslara dayamıştır. Eline sağlık Tanrım, Leyla güzel olmuş...
diyorsa, bunun referansı şükürdür. Mutluyum, çünkü galip gelmedim, mısraının
referansı kibrin çirkinliği üzerinedir; Al
benim hakkımı haksızdan, dizesinin referansı yetim hakkıdır. Aslında dünya
üzerinde söylenmemiş söz yoktur, derler. Bunu belki de referansı olmayan bir
şey yoktur şeklinde anlamalıyız. Referansı olmayan söz, referansı olmayan mekan
ve hatta zaman, görüntü yoktur bile desek yeridir. Kıtlık ekonomisinin referansı
Yusuf’tur. Bugün Amerika’nın referansı Roma’dır. Adaletin, eminliğin,
merhametin, tamamlanmışlığın referansı Peygamber-i Azimüşşan’dır. Dostluğun
referansı nice çoktur. Buna metinlerarasılığın daha yetkin ve kadim hali olarak
bakabiliriz. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ne zaman kızıl ve siyah bir bulut
görse gökte, ürkermiş, çünkü daha önce helak olan kavimleri hatırlarmış. Doğal
bir görüntünün bile bize bir referans taşıdığını gösteriyor, bu hadis bize.
SEZİŞ BİLİŞ
İbrahim
Tenekeci şiiri, sezgilerle ve kanıtlarla birlikte ilerler. Gerçi Tenekeci
şiiri, sanatının bu karakterini meleke olarak ruhuna yerleştirmiş bir şiirdir.
Yani kanıt da sezgi de melekesinin sabit unsurudur. Biraz Ahmet Yesevi, Yunus
şiiri gibidir. Yalındır. Alimdir. Bilgindir. Ancak bundan da öte haklılık ve
masumluk temel şiarıdır. Zaten İbrahim Tenekeci şiirini oluşturan, ileriye
taşıyan kök durum da budur.
DÖNEMİ
Şiirimiz,
modern hayatla baş başa kaldığında bocaladı. Yeni bir dünya ile karşılaştı.
Belki de ne diyeceğini bilemedi önce, içine kapandı, dünyada olan bitenlere
biraz uzaktan, kendi kabuğundan bakmak istedi. Aslında yeni dünyanın kavramları,
ideolojileri ve baskınlığı karşısında böyle davranmak zorunda kaldı. Büyük
meseleleri şiirin dışına itti. Orhan
Veli’nin küçük insanın şiiri ortaya çıktı. Ancak aradan geçen yıllar,
modernizmin şiir tarafından tanımlanmasını ve çözülmesini sağladı. Yani şiir
zeka, fikir, kabiliyet bakımından yeteneğini tekrar ikame etti. Ve İkinci Yeni
Şiiri ortaya çıktı. Ve ikinci yeni şiiri neredeyse Divan Şiiri’nden sonraki
Birinci Kuşak olan Namık Kemal, Tevfik Fikret, Akif ve Nazım ve Necip Fazıl
olan fikir şiiriyle; Ahmet Haşim ve Yahya Kemal gibi Pathoscu şairlerden sonra
gelen İkinci Kuşak oldu.
Ve şiirimize
üçüncü bir kuşak gelmeden ülkemizde 15 Temmuz Direnişi meydana geldi. Tüm bu
şairleri Birinci Yeni veya İkinci Yeni şeklinde algılatılmasına izin vermedi. Tüm bu bahsi geçen şairlerin
sanatını, Türkiye’nin birinci klasik veya erken dönem şiiri olarak okunmasına
kapı araladı. Bu sınıflandırmaya bizi yönelten şeyse Türk siyaseti, hayatı ve
şiiri üzerinde ortaya çıkan bilgi ve yetenek alanı oldu. Çünkü Türk şiirinde,
siyasetinde, düşüncesinde, ufkunda, mantalitesinde çağ açıp çağ kapandı.
İbrahim
Tenekeci, Türkiye’nin yeni döneminin, ikinci döneminin ilk şairlerindendir.
Bahsettiğimiz bilgi ve tecrübe birikimini de üstünde hissettirmektedir.
TUTUM
Türk düşünce
dünyasında aslında iki kadim kavga vardır. Daha doğrusu iki kanon, iki damar.
Düşüncemiz, felsefemiz de bu iki ayrı kaynağın tesiri ve çatışması altındadır.
Ve varlığını da bu çatışma tezi ile kazanmaktırlar. Bunlardan birincisi İbn-i
Arabi, İbn-i Rüşt, Mevlana gibi filozofların kurduğu pathos kanal. İkincisi
Yunus, İmam Maturidi, İmam-ı Azam, İmam Rabbani gibi şair ve alimlerle
ilerleyen diğer kol. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, birinci gruptakiler feylosof
olmaya daha yakınken ikinciler alim, fukaha makamında iştigal eden zatlardır.
Aynı çatışma,
cumhuriyet dönemi şiirimizde de katlanarak sürmüştür. Diyebiliriz ki, bu itişme
kalkışma bizim geçmişte de ve gelecekte de kaderimiz gibi duruyor. Ve şiirde bu
minval üzerinden üstüne düşen payı alıyor.
Yahya Kemal,
Ahmet Haşim ve Hilmi Yavuz ile Tevfik Fikret, Akif, Necip Fazıl, Nazım
arasındaki şiir görüşü farklılığını ben şahsen Mevlana’nın Mesnevi’sinde geçen şu
öyküyle izah edeceğim. Çinli ressamlar ile Rum diyarı ressamlarının
yarıştırıldığı bir öykü bu. Bu öykü de
Çinli ressamlar yüz ya da iki yüz çeşit renkte boya kullanırlar. Rum diyarı ressamları hiç
boya kullanmaz, sadece duvarı cilalar, parlak hale getirirler. Aradaki paravan
veya örtü kaldırıldığında göz kamaştırıcı olanının Çinlilerin yaptığı resim
değil, onun bu parlak yüzeye düşen aksi olduğu görülür.
Resmi gerçek
olanların bugün ethos şiir yazan şairler olduğu düşünülebilir. Bir parlaklık
taşıyıp da gerçekte o yüzeyde yer kaplamayan şiirlerin ise Yahya Kemal gibi
şiir yazanların geldiği geleneği ifade ettiği görülebilir.
İbrahim Tenekeci
şiiri bu iki şiir tavrından uzak bir şiirdir. Tenekeci şiiri, şiirin alimliğine
de filozofluğuna da yakın duran bir şiir. Bu iki damar arasındaki kavgaya
bulaşmadan onlardan neyin alınması gerekiyorsa onu alan bir şiir. Gerekirse
ilim, gerçeklik gerekirse bir gölge.
NOT
...
Güzeldim galiba, bunu nasıl söylesem
Eline sağlık Tanrım, Leyla çok güzel olmuş
Tanrım eline sağlık dünya da güzel olmuş
Keşke biraz ölmesem...
Yukarıdaki şiir
Tenekeci’nin Bir Ki Deneme şiirinin
son dörtlüğüdür. Deyiş ve kurgu itibariyle çok eleştiri alan dizelerdir,
bunlar. Eline sağlık, ifadesi bu tür bir yanlış anlaşılmaya kapı aralamıştır.
Yani biraz Nesimilik, biraz da Hallacı Mansurluk yapmakla suçlanmıştır,
Tenekeci. 1950’lilerde Sezai Karakoç’un Kar şiiri de buna benzer ithamlara
maruz kalmıştı. Ancak denebilir ki, bunlar şairin masumlukla yazdığı şeyler. Ve
okuyanlar tarafından yanlış anlaşılmıştır, bu olgu ise şairini
cezalandırmıştır. Örneğin Fransız Devrimi öncesinde ‘Ekmek bulamıyorlarsa pasta
yesinler’ sözüyle halkın tepkisini çeken ve halkı hiç tanımadığı için saflığı
nedeniyle bu sözü söyleyen Antoinette, devrimciler tarafından tutuklanacak ve
giyotinde can verecekti. Bir saray kızının safça, spontane sarf ettiği bir
laftı, bu. Aslında bu tür söz ve dizelerin kaynağında garip bir saflık, günün
siyasetinden uzaklık, masumluk ve hissedişlere sadıklık var.
BÖRTÜ BÖCEK
İbrahim
Tenekeci şiiri için sıklıkla duyuyorum: Börtü böcek şiiridir. Acaba gerçekten
öyle midir?
Tabiatın
kutsanmasından yana değildir Tenekeci şiiri. Ancak onun da insanın yaratılış
unsurlarından biri olduğu da unutulmamalıdır. Şiirde doğa mucizesinin
küçümsenmesinin, yok sayılmasının kapitalizmle gelen bir alışkanlık olduğu da
düşünülmelidir. Kendisini doğaya karşı korumak için önlem alsa da insan, ancak
bedenini beslemek için gıdaları da oradan edinmek, seçmek zorunda. Tenekeci
şiirinin verdiği imaj ve fikir şudur: Doğa bizim temel besin kaynağımızdır.
Sevilmesi, korunması, Allah’ın bir zenginliği olarak da anlamımızı daha mukim
kılmak için temaşa edilmesi gerekir. Ve tabiatla uyum içinde yaşamayı teklif
etmektedir. Ona göre bir yerin insanı derinse, oranın çünkü toprağı ve havası
da berraktır. Türlü eczasıyla ve ürünüyle insana iyilik veren bir şeydir
tabiat. Niye küçümsensin ki?
DOĞAL ESTETİK
Günümüz şiiri
doğallıkla yazılabilecek bir şey. Kendini doğuştan şair hissetmeyenlerin,
hayatı kanıyla canıyla duymayanların aynı zamanda bir estetle sunamayanların
şiir zamanı artık geçti. Fayrap çevresi, bu durumu Batı’dan aldığı terimle
spontanlık olarak adlandırıyor. Ama bu kavram da sadece anı yakaladığı için
tarih, düşünce gibi insanın birikimlerinden uzaktadır. Belki ontolojik bir hal
diyebilirlerdi daha eskiler olsa. Ben doğallık deme taraftarıyım şiirin bu
haline. Çünkü doğallıkta insanın kişisel tecrübesinden, toplumsal deneyiminden,
inançlarından arınmaması var. Yani insan, her yönüyle, içiyle dışıyla
kültürüyle, duygularıyla varoluş hikmetindeki bütünlüğü dağıtmadan kaldığı
yerden devam eder. Gerçekliğini ve yeniliğini korur.
Tenekeci, Allah’ın adıyla ısınır evler, demiş, bir
dizesinde. Hakikaten de bu tür sözler, sadece estetik bir tavırla söylenecek
şeylerden değildir. Bir olağanlık içinde gelen duyuş, kalpten görüş gereklidir.
KİMSENİN KALBİ
Kimsenin Kalbi, İbrahim Tenekeci’nin şiir kitapları arasında
en berrak, en yalın ve kalp olarak en kırık kitabı. Ve kendi açısından
belli bir dönemin İbrahim Tenekeci’si
için oto-şiir diyebileceğimiz bir şiir kitabıdır. Şiir kitapları arasında beni
en çok etkileyenidir, hatta. Belki de şiirlerindeki yaşanmışlığın ve ustalığın
birbirine bu derece geçmesi bu kitabı okuyucu gözünde ayrıcalıklı kılıyor.
Sanki Tenekeci, bu kitabı yazmak için dünyaya gelmiş gibi. Üstelik kitabın ismi
bile pek düşünülmemiş, olağan şekilde çıkıp gelmiş. Mesela Üç Köpük, Peltek
Vaiz, Güzellik Uykusu... gibi kitap isimleri ya belli bir kurguyu çağırır ya da
Görmeden Ölmek adlı kitabının isminden anlaşılacağı üzere hafifçe beylik
ifadelere dayanır. Ancak Kimsenin Kalbi
ifadesi diğerlerinden farklıdır. Ve kitabın ismiyle başlayacağını anlatır.
Bu kitabı belki
de ismiyle ve içeriğiyle ayrıcalıklı kılan şey, İbrahim Tenekeci’nin baş başa kaldığı
büyük yalnızlığıdır. Uzaktan takip edebildiğim kadarıyla Tenekeci o dönemde,
kendisini güvende hissettiren ocağını- Dergah dergisini- terk etti. Kendi
başının çaresine bakmak durumunda kaldı. Çok sıkıntı çekinti. Hatta şu dizeleri
ile eski üstatlarına karşı da tavrını koydu. Üstatlar, üst katlar, inanın hepsi/ Dan dan... Ve bu dönemde bu
kitabı yazdı. Ve akabinde İtibar dergisiyle küllerinden adeta tekrar, doğdu. O
yüzden eskiler boşa dememiş, öldüğümüz yer doğduğumuz yerdir. En koyu yalnızlık
büyük bir kalabalığa gebedir, diye.
Dağların durduğu böyle anlarda
Yalar yarasını içte bir geyik
Böyle anların
da şairlere birçok şey kattığı gerçekler vardır. Örneğin yukarıdaki dizedeki
geyik, hiç de bir resim ya da imge şeklinde durmuyor, bizzat şairin kendi
içindedir. Üstelik geyik masum bir hayvandır. Onun yarayı yalaması şairi
rahatsız etmiyor. Yarasının farkına varmasının neşesini ve sevabını da alıyor,
şair. Grift ve karmaşık ifadelere yer vermiyor, çünkü kendisini saklamıyor. Ve
İbrahim Tenekeci, bundan sonra hiçbir kitabında bu derece bir İbrahim
Tenekeci olmayabilir. Bu ihtimal, bu kitabı değerli kılıyor. Bu kitapta üstüne
sim ekilmiş ifadeler yok, dizeler kendi doğal parlaklığında akıp gidiyor.
Diğer özelliği
bu kitabın, İbrahim Tenekeci şiirinin ufkunda olan personayı, kişiliği
konuşturmasıdır. Ve yeni hecenin
tarihi seyirde akıp gelen yeni kişiliği yakalamış olmasıdır. Karac'oğlan,
Dadaloğlu, Aşık Veysel ile kalıplaşan hece personası Milli Edebiyat ile ikinci
Necip Fazıl ile üçüncü kez dönüşüm geçirip yeni kişiliğini, kahramanını
yakalamıştı. Yeni Hececilerde ise bu kişilik doksanlarda dönüşüme uğradı.
Tenekeci’nin bu kitabındaki persona Hece’nin neredeyse dördüncü durağındaki kişiliktir.
KİŞİLİK
Dadaloğlu,
Karac’oğlan gibi klasik hece şiirindeki persona kılıç, at, adalet, kas gücü,
mürüvvet sahibi olmakla bilinmektedir. Milli Edebiyat döneminde yeşeren hece
daha ziyade Kurtuluş Savaşı’nın da etkisiyle bağımsızlık, vatan, bayrak
etrafında şekillendi. Necip Fazıl ile metafizik bir çerçeveye erişti. Bugünün
hecesi ise, İbrahim Tenekeci de olduğu gibi hamasete ve imgeye bulaşmadan kendi
insanının veya şairinin içinde bulunduğu spontane durumdan beslendi. Bugün
Hece’nin gösterdiği persona faal haldedir. Ülkemizde ve periferisinde
yaşamaktadır. Modern çağda ezilmiştir, horlanmıştır, ancak yine de ilkelerini
ve özünü bir kenara atmamıştır. Hem vatan duygularıyla hem de derin bir irfanla
bezenmiştir. Yeni çağın dilini ele geçirmiştir. En derin konuları bile diline
sığdırabilmiştir. Kanaatkârdır. Taşrayı
da şehir hayatını da aynı tez etrafında harmanlayabilmektedir.
...
Geri Kalan bölümleri Kuruluş Dergisi'nin 28. Sayısından okuyabilirsiniz.
Yeprem Türk