1) Post- Truth kavramını tarih olarak, Batı’nın
temellerini saran Aristo ve Platoncu dünya görüşüyle başlatmak yerinde
olacaktır. Daha doğrusu bu kavramı Aristo’nun meşhur mimesis’i üzerinden
düşünmek bizi bu kelimenin kökleri hakkında daha sağlıklı yere götürecektir.
Ona göre sanat mimesis’ten, yansıtmadan yani taklitten ibarettir.
Gerçeklikten değil. Bu olgu, tarih açısından, Post- Truth’ın, ilk köküne
işaret etmektedir.
2) Yine bu anlayışın gövdesi diyebileceğimiz, Platon’un bir görüşü sayılan
‘gerçek olan idelerin dünyasıdır, bilgi olarak da gerçek bilgi idelerin
bilgisidir, lafını da yabana atmamak gerekir. Büyük oranda, günümüzde, Batı
dünyasından başlayarak dünyanın diğer kısımlarına huruç ederek genişleyen bu
anlayışın temelinde bu zihniyet vardır. Çünkü ide görünen
gerçeğin dışında ve olması gerekeni temsil etmektedir. Aslında Avrupa’da
başlayan aydınlanmanın ve bu periferide ortaya çıkan ideolojilerin aynı
kaynaktan baskın şekilde etkilendikleri görülür. Ve ide fikri,
sonraki çağlarda ideolojiye dönüşür. Bu zihniyetin kolları şeklinde
vücut bulur.
3)Dördüncü aşama, Simülasyonizm’dir. Ve aynı felsefe ağacının dallarını
oluşturmaktadır. Geçmiş yıllarda özellikle Avrupa’da, J.
Baudrillard, bu dönüşümü Simülasyonist ekol kavramıyla
Avrupalı okur yazarların kulağına fısıldadı. Bugün Baudrillard’a göre tek
gerçek olan şeyin; Batı dünyasında doğal seyrinde akıp giden bir
hayattan, fikirden, siyasetten bahsetmenin mümkün olmadığıdır. Gazetelerden
tutun ekranlara, sıradan insanlardan aydınlara kadar sahtelik rüzgarına
kapılmış bir görüntü var. Üstelik bir gün öncesinin gerçekleri bir sonraki
güne uymakta zorluk çekiyor. Simülarkizm açısından, Avrupa için neredeyse
freni patlamış ifadesini rahatlıkla kullanılabilmiş bir
düşünürüdür, Baudrillard. Freni patlama deyişi de bize simülasyonizmden Post-Truth’a
atlama serüvenini ilham eder. Ve bu kökün açan yeşil dallarını gösterir.
Ve Batı siyaset felsefesi,
başlangıcındaki mimesis’ten ide’ye; ide’den ideolojie; ideolojiden simülasyonizme; oradan da post truth’a
dönüşerek çeşitli aşamalarla günümüze kadar gelmiş olur.
4) Türkiye ise bu kavramın uzun tarihsel safhalarına, kurulduğu ilk
yıllardan beri maruz kaldı. Özellikle ilk seksen yılı, bu tür eğilimlerin
cirit attığı dönemlerdi. Büyük yalanların siyasete tohum olarak saçıldığı
zamanlardı. Örneğin tek partili dönemlerde, CHP iktidarının gerçekleştirdiği
açık oy gizli sayım; çok partili sistemi geciktirmek için sudan
nedenlerle kapatılan muhalefet partileri, Adnan Menderes’in idamına
giden yolun taşlarının döşenmesi, milletin iradesi noktasında Türkiye için
neredeyse erken bir post- truth tecrübesiydi. Ve 60, 70 ve 80
darbeleri, aynı senelere denk getirilen gençlik çatışmaları,
denenmek istenen mezhep kavgaları, Recep Tayyip Erdoğan üzerinden yürütülen
despotluk vurgusu ve Gezi, post-truth denen anlayışın sonraki etkili
ürünleri şeklinde vuku buldu.
Bu durumun, bazen kesintiye
uğrasa da 15 Temmuz Direnişi’ne kadar sürdü.
Y.Türk