İngiliz hukukçu ve siyasetçi Thomas More’un Ütopyası’nı
okuduğum yıllarda aklıma Babil'in Asma Bahçeleri düşmüştü. Hem güzel hem de iyi yer
anlamına gelen ama aslında bir yeryüzü cenneti vaadi taşıyan Ütopya kavramı,
Babillerin dünyada oluşturmak istedikleri cennet idealiyle neredeyse birebirdi.
Modern yaşam, bir ütopya olarak ilhamını oradan almış gibiydi.
Modern insanlar da Babiller gibi dünya nimetlerini şükürsüz
ve fütursuzca tükettiler. Haz, hız, doyumsuzluk, konfor derken akabinde bir
yozlaşma, hiçleşme, Tanrı’yı yok sayma, kendi kendini helak etme aşamasına
geçtiler. Ki bu kez de kötü ve
hastalıklı distopyalarının içine düştüler.
John Stuart Mill ise Distopya eseriyle Babil hikâyesinin ikinci bölümünü
anlatır sanki.
Ütopya; her şeyden önce eski Babil halkının hülya ettiği gibidir;
Distopya ise sonunda yaşadığı hayal kırıklığıdır, vardığı yerdir.
Ütopya ve Distopya kitapları Rönesans’tan günümüze dek gelen macerayı
anlatır da. Babil anlayışını bazı farklılıklarla tekrar ede ede.
Mimarî anlayışları bile neredeyse aynıdır. Babil’de kuleler,
Ütopya’da ve Distopya’da gökdelenler bulunur. Ve önceleri ışıl ışıldır bu
yapılar sonra yıkık dökük, karanlık, tekin olmayan yerlere dönüşür.
Babil’in halkının birbirleriyle dertleşecek kadar dahi
müşterekliğe sahip olmayan yalnızlaşmış, farklı dilleri; Dsitopya’da geçen,
çağımızın bir başına bırakılmış ve ötekileştirilmiş insanının hal lisanından
başkası değildir.
Y. Türk