Avrupa, yeniçağda kendisini antropomorfist bir kaynaktan
üretti. Ve iktisadî faaliyetleri de bu memba etrafında kurdu. Avrupa’nın üretim
anlayışından dolayı iki önemli unsur daim taciz edilmiştir. Birincisi: İnsan.
İkincisi: doğadır. İnsan, hem iş gücü hem de kaynak olarak sömürülmüş ve aciz
bırakılmışken doğa da önemli miktarda tüketilmiş ve neredeyse dünya hayatını
ortadan kaldıracak derecede azalmıştır. Bugün, hem insan hem de doğa
sürdürebilirlik açısından kilit noktada. Sular kirlendi, tabiat insanın yaşam
ortamı adına gerekli imkânları sağlayamayacak noktada. Aslında Avrupaî üretim
tarzı doğaya da insana da antropomorfist bir algı içinde daim saldırdı, onlara had bildirdi.
Yeniçağda siyaset anlayışı da bir antropomorfizm dairesi
içinde değerlendirilebilir. Devlet, Hobbes’e göre ‘insan insanın kurdudur ve bu
çatışmayı önleyebilmek için insan, cinsi bir iktidara yani devlete ihtiyaç
duyar’. Aslında bu görüş İbn-i Haldun’un
devlet konusunda görüşlerinin sertleştirilerek söylenmiş bir başka versiyonudur.
O da ‘…devlet, ferdi diğer fertlerin
saldırı ve zulmünden korumak için kurulmuş bir kurumdur’ der.
Ancak bu ilişkiyi düzenleyecek devletin hüviyeti konusundaki
görüş farklılığı vardır. Haldun, devleti
nerdeyse asabiyye kuvveti olarak ele alıp ona beşerî bir irade verirken Hobbes,
devlet aygıtına Leviathan yani ejderha hüviyetini yükledi. Dünyevî ve ruhanî
olan, hem Sezar hem Tanrı bileşkesiyle gelen iktidar Leviathan imgesi içinde
toplandı. Ve eski Yunan tarihine bakıldığında bu kavramın antropomorfizm
kültüründen beslendiği görülür.
Y. Türk