27 Mayıs 2020 Çarşamba

&


Hukukun en önemli özelliği tüm insanlığa hitap etmesidir. Ve akabinde doğduğu kaynağı göstermesidir.

Dünya hayatı;¸ hukukuyla, felsefesiyle, sanatıyla iki ana kaynak etrafında şekilleniyor.

Birincisi: Fıtrî ( Şer'i ) bakış açısı. İkincisi: Tabiî görüş.
Medeniyetler da aslında bu zihniyetlerin yükselip alçalmasına göre dalgalanıyor.

Ve medeniyetler önce hukuklarıyla tanımlanıyorlar.
Osmanlı fıtrî hukukla zirve yapmışken Avrupa tabiî hukukla yükseliyor.

Aslında ikisi de insan içindir. İnsana ters değildir. Ama sürdürebilirlik açısından; insanın hem dünya hem ahiret mutluluğunu temin noktasında fıtrî olan daha etkindir.

Fıtrî hukukun hem cinsleriyle ilişkisi iki şekilde belirmiştir. Müslüman olanlarla ayrı, gayri Müslimlerle başka konuşmuştur. İkisinin de durumlar hakkı gözetilmiştir. Tüm semavî olanlarla ezeli hikmet kavramında birleşir. Buna İbrahimî anlayışta denebilir.  Küresel düzeyde ise ‘münker ve nekir’  noktasından, yani herkesin üzerinde birleştiği ortak iyilikler ve ortak kötülüklerden hareket eder. Hukuka ontolojik bir zemin açar.

Tabiî görüş, dünyevî olanı imler. Ama insanın nefsini dizginleyen fıtrî hukuktaki uyarılar onda olmadığı için antropomorfizm tehlikesine da daim açıktır.  Rubûbiyete kalkışma riski vardır.

Dünya üç yüz yıldır tabiî hukuk çerçevesinde yönetilmeye çalışılıyor. Bu üç asırlık geçmişi ölçüye vurursak şu sonuçları elde ederiz: 1. Dünyevileşme zirve yapmıştır. 2. İnsan, Tanrı'nın yerini boşaltmıştır. 3. Emperyalizm ve işgal çoğalmıştır. 4. Doğal kaynaklar yağmalanmıştır. 5. Dünyanın gelir dağılımı hiç olmadığı kadar bozulmuştur. 6. İnsan, yaratılış olarak taciz edilmiştir.

Aslında bu durumlar fıtrî hukuka bir çağrıdır.



Y. Türk