Hukukun en önemli özelliği tüm insanlığa hitap etmesidir. Ve
akabinde doğduğu kaynağı göstermesidir.
Dünya hayatı;¸ hukukuyla, felsefesiyle, sanatıyla iki ana
kaynak etrafında şekilleniyor.
Birincisi: Fıtrî ( Şer'i ) bakış açısı. İkincisi: Tabiî
görüş.
Medeniyetler da aslında bu zihniyetlerin yükselip alçalmasına
göre dalgalanıyor.
Ve medeniyetler önce hukuklarıyla tanımlanıyorlar.
Osmanlı fıtrî hukukla zirve yapmışken Avrupa tabiî hukukla
yükseliyor.
Aslında ikisi de insan içindir. İnsana ters değildir. Ama
sürdürebilirlik açısından; insanın hem dünya hem ahiret mutluluğunu temin
noktasında fıtrî olan daha etkindir.
Fıtrî hukukun hem cinsleriyle ilişkisi iki şekilde
belirmiştir. Müslüman olanlarla ayrı, gayri Müslimlerle başka konuşmuştur.
İkisinin de durumlar hakkı gözetilmiştir. Tüm semavî olanlarla ezeli hikmet kavramında birleşir. Buna İbrahimî anlayışta denebilir. Küresel düzeyde ise ‘münker ve nekir’ noktasından, yani herkesin üzerinde
birleştiği ortak iyilikler ve ortak kötülüklerden hareket eder. Hukuka
ontolojik bir zemin açar.
Tabiî görüş, dünyevî olanı imler. Ama insanın nefsini
dizginleyen fıtrî hukuktaki uyarılar onda olmadığı için antropomorfizm
tehlikesine da daim açıktır. Rubûbiyete
kalkışma riski vardır.
Dünya üç yüz yıldır tabiî hukuk çerçevesinde yönetilmeye
çalışılıyor. Bu üç asırlık geçmişi ölçüye vurursak şu sonuçları elde ederiz: 1.
Dünyevileşme zirve yapmıştır. 2. İnsan, Tanrı'nın yerini boşaltmıştır. 3.
Emperyalizm ve işgal çoğalmıştır. 4. Doğal kaynaklar yağmalanmıştır. 5.
Dünyanın gelir dağılımı hiç olmadığı kadar bozulmuştur. 6. İnsan, yaratılış
olarak taciz edilmiştir.
Aslında bu durumlar fıtrî hukuka bir çağrıdır.
Y. Türk