8 Ekim 2014 Çarşamba

DOĞUDAKİ ÇEKİRDEK



Şimdi Anadolu’da yaşayanlar bilir. Tarımcılıkla uğraşanlar bu husustan şikayetçidirler de. Anadolu tarlalarına ekilen domates ya da diğer birçok sebzenin çekirdekleri, ikinci bir ekim için elverişli değildir. Yani bilmem kaç yıldır Anadolu topraklarında ürünlerin çekirdekleri tek defalık. Kendi kendini üretme kabiliyetinden yoksundur. Geleneksel tarımda ürünler, sonraki ekim için elverişli çekirdekler veriyordu. Şimdi nerden çıktı bu demeyin. Aslında modern dönemde ortaya çıkan fikir ve siyasi akımlar da böyle. Türkiye’de son yüzyıldır bu türden fikirlerden çok oldu. Ve bunlardan bir çekirdek çıkmıyor. Devamlılıkları yok hani. Sık sık başa sarılması işlerin bundan. Geleneksellik bir defa kaybolmaya görsün, tek kullanımlık fikirler ithal etmek zorunda kalınıyor.  Kuruluş dergisi, daha başından bu tür şeylerin farkındaydı. Siyamızın asıl ve gerçek çekirdeği, kahramanı buluş ve kavrayıştadır. Mehmediliği bundan dolayı çok önemsiyoruz. Mehmedin anlayış haritası olarak var olduğu Büyük Doğu zeminini de. Siyasamızın gerçek çekirdeği Necip Fazıl’ın Büyük Doğusu’ düşünülerek, kazılarak bulunacaktır. Sanırım bunun için de ilerde meydanlara inmek gerekecektir. 

Yeprem Türk

7 Ekim 2014 Salı

6.




Sayı Altıdan Alıntılar: Kasım- Aralık 2014



....Bu tür şairlerden bir tanesi de Ebubekir Eroğlu’dur. Tuhaf bir şiiri var, Eroğlu’nun. Tuhaf olduğu kadar da akış dışı. Türk şiiri albümünde yeri yok yani. Girişte belirttiğimiz iki damarın dışındadır. Gerçi kendi döneminin şiirine uygun bir kişilikte. Kuşağının hem temasına hem de şiire bakış açısına biçilmiş kaftan....

...sırf. Bundan ki, hikmetli şeyler söylese bile hikmetli şeylerin çoğu sıcaklığını kırpılmaktan ziyan ediyor. Bu da hikmetin Eroğlu şiirinde sadece bir mask olarak taşındığını gösterir.

Kalem beyaza iner bir düş aralar
Bir ağaç kımıldasa
Bir taş çatlasa bir kök yürüse
El sallansa bir esinti

Metin Cengiz, bu dizeler için ‘...Bizi bir duyguyu, bir imgeyi anlama çağırmaktan çok, durmadan kendisini çoğaltan bir gövdeyi anlamaya davet ediyor’ diyor. (Edebiyat Ortamı, Şiir Yıllığı, 2014.) Gerçi Türk şiir okuyucusunun, kim kimi nereye çağırıyor, bunu bu şiirden anlaması mümkün değil. Zaten Metin Cengiz de anlamamış, birkaç retorik cümle ile işi geçiştirmiştir. Okuyucuyu bir şair bir yere...




çıkarken 1923 trendli bir maziden




Edebiyatımızda da bir Ortadoğu havası var sayılır. Rüzgarlar oradan oraya esip duruyor. Dergi lobileri durmadan adam değiştiriyor. Bazı dergiler de bu aralar, kimin yanında hangi merkez dergide yer alsam diye hesap yapıyor. Oysa yazık. Bunlar bitti, bitiyor. Bugün bir üstadın birkaç dergi ile kooperatifler kurup kendi adına bir çıkarma yapması yarınları adına hem ayıp hem tehlikeli. Amaçları gençlere göz açtırmamak sanırım. Bugün bu durum, gençler tarafından biliniyor, ancak dile getirilmekten çekiniliyor. Bugün hangi üstadı hangi kolektif şirketi temsil ediyorsa, yarın onları hiçbir kolektif şirket temsil etmeyecektir. Kalemi bırakan olduğu yerde durmalı. Gelmek isteyenin gelip soluklanacağı bir ağaç gibi olmalı. Bunun dışında tarafçılık akımına kapılanların, gençleri bu yönde yönlendirmeye çalışanların kitaplarını geri dönüşüm kutusu paklamaz da ne paklar.
Cumhuriyet biteli az oldu ama bitti. Cumhuriyet dönemi edebiyatı ve fikirleri şeklinde bir başlıkla tanımlanabilir, en kısa yoldan cumhuriyet dönemi edebiyatı. Türk edebiyat ve fikirler tarihinde böyle kısa  ve net bir başlıkla temsil edilecektir, cumhuriyet dönemi edebiyatımız. Belki buna 23 edebiyatı de denilebilir. Ama halk dilinde. Dönem bitse de levhalar geç kalkar. Sokaklarda gördüğümüz bu levhaların çoğunun bir karşılığı yok. Ömer Şişman, bırakıp levhaları akıp gitmek istiyorum insanlar arasından demiş. Siz de öyle yapın. Bu yüzyıllık dönemde bizden, M. Akif’i, Yahya Kemal ve Haşim’i, Büyük Doğu’yu, Garip’i, Nazım’ı, Diriliş’i, II. Yeni’yi; İsmet Özel’i, Nurettin Topçu’yu, Mustafa Kutlu’yu, Mavera’dan Cahit Zarifoğlu’nu, Rasim Özdenören’i, Cemal Şakar’ı, Hüseyin Cöntürk'ü, Nuri Pakdil’i sonra da (İbrahim Tenekeci’yi) Neo- epik şiiri alın çıkın, bir maziden. Evliyalarınızı da ama.

Adem Kalan

6 Ekim 2014 Pazartesi

cumhuriyetler ya da avarelikler





Tanrı’dan bağımsız olan başka şeylere bağlıdır. İnsan mutlaka bir yerlere dayanmak zorundadır. Mevlana’nın pergeli, ebedi bir duyuşun dünyadaki manalı eşyasıdır. İnsan, yularını Allah’a vermelidir, der o pergel. Çünkü insan ülküsüz yaşayamaz. Bu, yeryüzü ve ahret arasındaki çizgiyi lağvedecek denli derin bir ihtiyaç. Ülküsüzlük nihilizme, bireyde benlik ve umutsuzluk kaosuna yol açar. Allah’ta düğümlenen büyük duyuşlar ufalanır, yerini kısa süren avareliklere bırakır. Toplum nezdinde de bireysel bazda da durum böyledir.

Nitekim bugün Doğu’nun giderek artırdığı ulusçuluk, ırkçılık hareketleri insanların ana duyuştan ipini kopardığının bir nişanıdır. Bugün, yıllarca ve çeşitli ceremeler sonunda kaynaştığın bir toplumdan ayrılacaksın; sonra bunun acılarını görüp, bu kez de aynı kaynamayı yapmak için tersinden hareket edeceksin. Acıları başa saracaksın. İşte asıl bu,  nihilizm dolu, bir kazaya kurban gidecek bir avareliktir.  Uluslaşma, cumhuriyetleşme hareketleri ilerde yolu bir kez daha düzeltmenin acılarından başka bir şey vaat etmiyor.  Görünen köy de kılavuz istemiyor. Kendisini Tanrı’dan koparmış bir insan bugün bonzai ile ne kadar ayakta kalırsa, ırki temelli yapılara sığınanlar da ancak o kadar dayanacaklardır. Gelecekte, bugün bunu düşünmeyen ve bu tür kalkışlara neden olanlara şu sözü mızrak gibi fırlatanlar çıkacaktır. Kadim alışkanlığımız bunun ip uçlarını aşikar bir şekilde selamlıyor. Her ulusun kendi kaderini tayin hakkı var, ama Allah’ın hakkı ne olacaktır. Bir gün bir Selahaddin Eyyübi  çıkacak bunu dillendirecektir. Ve gelecek bu şah insanların ellerinde, başka şeylere de gebe olacaktır. Mesela hayal dahi edilemeyecek iri bir birliğe. Bir mümin buna inanır ve şunu bilir. Hac ibadeti varsa, birlik de elbet bir gün doğacaktır.  Hac, bu birliğin teminatıdır.


 Yeprem Türk