1 Şubat 2021 Pazartesi

NUR ve IŞIK

 


İsterseniz Ahmet Cevdet Paşa’nın devlet şekillerini ruhanî ve cismanî olarak ikiye ayırdığı yere tekrar dönelim. Aslında her devletin de bir medeniyet tezini içinde taşıdığını buraya not edelim. Devamını isterseniz mağara istiaresiyle getirelim ki temellere inelim.

Platon’un mağara metaforu uygarlığın temelidir. Işık içerden değil dışardan gelir. Aslında dışardan, tabiattan gelen şeydir: ışık. Ama mağaraya inen ana aydınlık da nurdur. Medeniyetle uygarlığın aynı şey olmadığına çok vurgu yapılır.  Medeniyet nurla inşa edilir. Uygarlık ışıkla. Işığın da mağara keşfedilmiş olması, mağaranın tefekkür yeri olması itibariyle onun bir düşünce sistemine eşlik etmesini anlatır. Ama nur doğunca ışık nura dâhil olur. Ve Yunus’un şiirlerini bu tür kritik anların aydınlatılması açısından önemli buluyorum. Çünkü Yunus’un şiirinin altında vahdet- i vücut düşüncesini meydana getirmişlerin özümsenmiş zihni var.  Yunus ‘Dağlar ile taşlar çağırayım Mevlâ’m seni’ derken ışığın, nurun kudretine  rücu etmesini anlatır. Nur, ışığı da kavrar öyle huruç eder.  

Ahmet Cevdet Paşa devlet şekillerine ruhanî ve cismanî derken büyük ihtimalle bu nur ve ışık ayrımına dikkat çekmek istiyordu.  


Yeprem Türk

&

 

Katılaşma hızlandı. Modern dünyada iki katılaşma var. Biri içten, diğeri dıştan katılaşma. İçten katılaşma merhametsizlik, saygısızlık, sevgisizlik. Dıştan katılaşmaysa görsele verilen aşırı önem. Bu da yüzeyselliği artırdı, derinliği öldürdü.

Her şey kirlendi. İnsan, su, hava, iş, ticaret, sanat. Kirlilik kalabalığından temizlik kıpırdayamıyor bile.

Her şey paraya yar oldu. Para, asgari ahlak (İbn Rüşd). Kapitalizm asgarisinin de asgarisi.

Bunlara kader diyemeyiz. Kader, tedbirledir. Her şeyi elimizle yaptık.

Mecnun’un özlemi Leyla’ya; bizim özlemimiz temiz gıdaya, temiz havaya, derinliğe, sevgiye, saygıya, temiz ahlâka.


Yeprem Türk

Oysa insan yasak meyve yemeden de çağ açabilir

 

 Modern Çağ’ın temelinde süregiden bir yasak meyve zihni var.  İnsan evvela cennettedir. Yasak meyveden yemiştir, mekân değiştirmiş, cennetten dünyaya inmiştir. İnsan yine yasak meyveden yemiştir, tohum olarak ana rahmine, oradan yeryüzüne varmıştır. Batı insanının mekân seyrinde, çağdan çağa geçişinde hep bir yasak meyve izi, duygusu bulunur. Ortaçağ’dan Yeniçağ’a geçerken de Batı uygarlığı birçok yasak meyveden tatmıştır. Eski Grek uygarlığında da Prometheus, Tanrı’nın ışığını çalarak, yasak meyveden yeme düzenine işaret etmişti.

Modern Avrupa şiirinin ve felsefesinin alt yapısını çoğunlukla bu yasak meyve algısı düzenlemiştir.

Son yüzyılda, bir dönem dünyayı kasıp kavuran Ekzistansializm de bu düşüncenin en önemli evresidir. Bu felsefe içinde insan adeta yasak meyve vazifesi görür. Buna göre insan dünyaya fırlatılmıştır, sahipsizdir, bunalımlıdır, umutsuzdur, bulantı içindedir. Hiççilik düşüncesi de buradan türetilir. 

Ekzistansiyalistlerin sistemleştirdiği varoluşçuluk lanetlenmiş bir yasak meyve varoluşçuluğudur.

Örneğin Baudelaire’in Şer Çiçekleri, aslında yasak ağacın çiçekleri gibi duruyor.  Bu tür varoluşçuluğun en büyük destanıdır.

Ah keşke bir engerek yılanı doğursaydım,

Bu garip yaratığa meme vermek yerine!

Günahımın cezası ile bak doldu karnım,

Lanet olsun bir anlık zevklerin gecesine!

*

Oysa insan yasak meyve yemeden de çağ açabilir. 


Yeprem Türk