30 Eylül 2016 Cuma

DEVLET VE MİLLETİN SINIR UYUMU



-Hakimiyet-i Milliye
-Müdafaa-yı Hukuk
-Memalik-ı Müttehide ve İstiklal-i Tam…

İşte meclisin kurucu değerleri bunlar. 

Milletin vatanda tek hakem ve hakim olduğunu dile getirir. Milletin tümünün hakkının devlet tarafından savunulması gerektiğini beyan eder.  Memalik’i yani asli vatanı ancak bir milletle koruyabilir, ayakta tutabilirsiniz demektedir. 

Devlet  ve ülke  bir millet üzerinden hayat ve şekil bulur.

Yani devletinizin ve ülkenizin sınırlarını milletlik durumları belirler.

Devletin içinde bulunduğu sınırlarlar ile milletin içinde bulunduğu sınırlar birbirinden farklıysa orada bir çelişki var demektir.

Devletin sınırlarının millet sınırlarından farklı olması devletin o milletin sıkıntılarından uzak duracağını göstermez. Bilakis millet sınırları ve uzantıları devlet sınırlarından daha ehemniyetli daha tesirlidir.

Devlet bugün Türkiye’dir ancak millet  Türkiye’nin dışında uzayıp gidiyor.

Devletimizin alanı yaklaşık bir milyon metrekare iken milletimizin sınırları yedi milyon metrekareye dayanıyor.

Onların sıkıntıları ve sorunları her zaman Türkiye’nin sıkıntıları ve sorunları haline geliyor.

Bu millet ve devlet durumu arasında açılan makas hem milletimizi (mehmedileri) hem de devletimizi müşgül durumda bırakmaktadır.  Milletimizin ezilmesine, değişik sosyal, kültürel ve ekonomik sorunlarla boğuşmasına neden olmaktadır.

Mehmedi bir devlet olan Türkiye’nin etki alanını ve sınırlarını yine mehmedi olan halkın coğrafi ve kültürel hatları belirlemektedir.


Yeprem Türk

Medeniyet Personaları

Eurapo, kendi arzında bir kişilikken sonra belli bir birlik fikrine ulaştı. Hatta bir mekanın, bir uygarlığın adı haline geldi.
Bu mekan ve bu kişilikle hareket eden mantığa,  ayrı bir uygarlık mesleği olan Avrupacılık dendi.
Avrupa birliği Avrupa ruhunu taşıyanları bir mana içinde yaşatmaya çalışırken, ayrıksı medeniyet unsurlarını ise bir devşirme aracı, sistemi haline getirmeyi de bildi. Avrupa Birliğine girmek istemek aslında devşirilmeye hazırım demektir.
Arupa,  daha sonra İngiliz ruhuyla Amerika’yı doğurur.  Buradan da Avrupa’nın başka bir ruhu olan kapitalizm aşaması başlar. Yani uygarlık ruhu ekonomik aşamasını da böylece tamamlamış olur.
Şimdi ise aynı ruh Atlantikçiler libasında devam etmektedir.
Bunlar olurken Avrupa’da, bunların rağmına Rusya ve Çin’de Komünizm ruhu devredeydi.  Ve Komünizm siyaseti şimdilik kendisini kapitalizmle harmanlayarak Avrasyacılar olarak yeniledi.
Bir zamanlar Komünizma ile Kapitalizm arasında pay edilen dünya şu an Anlantikçiler ve Avrasyacılar şeklinde bloklanmaya çalışılıyor.
Demek istediğim şu. Avrasyacı  ya da Atlantikçi olmak Türkiye açısından geçici bir sürece delalet edebilir ancak.  Bunların hiçbiri Türkiye’nin asli ekseni değildir. Çünkü iki bloğun da konuşturduğu persona Müslüman değil aksine Hristiyan personalardır. 

Mehmedilik, uhrevi bir kökten gelir ve belli bir mekanın da sermayesidir. Bu kök  ve bu sermayedeki persona bizimdir. 

Adem Kalan

AKIMLARIN YERİNİ KUŞAKLAR ALDI


Hakan Arslanbenzerİslamcılık-Modernlik- Şiir’ adlı metninde,  şiirlerin artık realizm, romantizm sembolizm gibi kavramlarla ve bunların getirdiği teknik ve araçlarla açıklanmak yerine İslamcı Şiir, Garpçı Şiir gibi siyasi adlandırmalarla okunduğunu, bunun şiirde bir gerileme olduğunu belirtmiş. Gerçekten bazen şiir, aynen partilerin edindikleri gibi bir ideoloji bültenine dönüşebiliyor.

Daha önce Kuruluş dergisinde konuşmuştuk. Örneğin Batı şiirinde akımların bittiğini ve hatta aynı şiirin bu tarz hareketleri bıraktığını yazmıştık. Ve şunu da görmek lazım, demiştik. Meşrutiyet devrinin şiirde yaptığı realist şiir ya da romantik şiir ayrımı Batı kaynaklıdır. Ve Türk şiirine şablon halinde uygulanmıştır.  Hakikiyyun – hayaliyyun ayrımı şiirimizde, Batı’daki realizm ve romantizmin aynen çevirisidir. Orhan Veli’nin serbest şiiri de II. Yeni dediğimiz teknik ve Sürrealist (?) etki de buna benzer bir durum sergiler. Yani aslında Arslanbenzer’in artık durdu dediği şey önce Batı şiirinde  sonra da biz de duran şeydir. Şimdi Batı’da deneysel ve biçimsel çalışmalar var. Türk şiirinde de zaten bu yönde hem şiir hem de şiir eleştirisi ile ilgili gayretler sürüyor. Ahmet Güntan’ın Parçalı Ham’ı örneğin. Aylık matbu olarak Japonya dergisi.  

Milli Edebiyat, Nayiler, Yedi Meşaleciler gibi sınıflandırmalar da şiirde,  aslında şiirin İslamcı şiir ya da sosyalist şiir şeklinde adlandırılmasına benzer. İkisinde de siyasi göndermeler vardır.

Şiir eleştirisinin veya teorilerinin belli bir yerde siyaset eksenli gittiği malum sonra zamanlarda.  Siyaset de aslında bizim eleştiri geleneğimiz olarak addedilen şerhe uğrak yeridir. Yani muhteviyata. Üstelik Türk şiiri tarihinin en siyasi duraklarından birinde nefes alıyor. Bu doğaldır. Ayrıca teknik, metodoloji açısından romantizm realizm gibi ayrıştırmaların yerini Türk şiirinde kuşaklar aldı. 80 Kuşağı şiiri ve 90 şiiri dediğinizde şiirin teknik ve ilmi ayrımının  bize geldiğine şahit oluruz.

Yeprem Türk

Neden hem Allah’ın adıyla başlarız, hem laikiz, deniliyor.


Millet olmak büyük bir birikim ve derin bir ruh istiyor. Ve bu ruhu daim üstünüzde taşımanız ve iliklerinize kadar da hissetmeniz lazım geliyor. Kalbinizde, vicdanınızda milletinizin uhrevi değerleri var. Ve üzerinize binen bu varoluşsal, derin etki, sizden kendisine karşı kayıtsız şartsız ilgi istiyor. İşte bu, sizin laik ve tarafsız olmanızı engelliyor.
Ancak vatandaşlık da bu yük hafifliyor. Çünkü ruhtan, yasalarla tanımlanmış bir alana geçiyorsunuz. Laik olmamanız için bir neden kalmıyor.  Metnin başlığını Allah’ın adı başlarız ama laikiz, koymam bu yüzden. Hem milletiz hem de vatandaşız. Aslında toplum olarak her iki kavrama da uyarak, onları gözeterek yaşıyoruz. Birisini ruhumuzla derinden kavrayarak diğerini daha çok yasalar nezdinde gerçekleşen bir kişilik  vaziyetinde hissediyoruz. Kısacası devletin hem milletiyiz hem de vatandaşıyız. Yani milletlik bakımından laik değiliz ama vatandaşlık olarak laikiz.


Yeprem Türk