12 Mart 2017 Pazar

BİR YAZ GECESİ HATIRASI


İşveyle, fısıltıyla, gülüşle
Olmuş şeb-i sevda yine bi-hab
Oklar gibi saplanmada kalbe
Düştükçe semadan yere mehtap...

Buseyle kilitlenmiş ağızlar
Gözler neler eyler neler işrab
Uçmakta bu ateşli havada
Vuslat demi bir kuş gibi bitap...

                                                 (Ahmet Haşim)




Şair, bu şiiri tasarlarken şiiri taşıyan tüm ana hat kelimelere de alışmıştır. İşve, sevda, vuslat, mehtap gibi şeyleri de İbrahim’in kuşları kendisine dadandırması gibi beslemiştir. Şair, hangi anahtar sözcük olursa olsun artık ona aşinadır. Yazmak istediği forma ve havaya göre bunları şiirine çağıracaktır.

İşve, sevda, vuslat, mehtap  gibi parçalar var şiirde.  Ve şair, şiirinde, onları tek bir bedende İbrahim’in güvercini gibi toplaştıracaktır. Böyle düşünüyor.  Ne var ki ne derece şiirsel düşünürse düşünsün şair, bu unsurlar bir araya gelmiyor.  Aralarındaki mesafe de gittikçe uzuyor. Aslında buna da, şairin şiir mantığı  sebep oluyor.


Şiirin sahnesindeki mehtap, örneğin dişil bir kelimedir. Ve şiirde o kadar kuvvetli ki şiirdeki tek renktir. Ve şiirde mitolojik bir kadın kılığında durur. Akıl çelicidir. Emellere kuvvet, zindelik katıcıdır. Ancak vuslata da o kadar uzaklık vericidir.  Daha köklere gidersek işve ve mehtap her şeyden önce şairin,  Adem’in Havva’sıdır. Şair ne kadar, daha uhrevi daha kozmik bir alemin içine gitmek istese de bu kelimelerin getirdiği felsefe onu, vuslat için imkansız mekan dünyaya doğru çekecektir, buna mecbur bırakacaktır. Vuslat, bir kuş gibi bitap düşecektir. Ve şiiri Resuller sözüne benzeten bir şaire, İbrahimlik tul-i emel olarak kalacaktır.


Yeprem Türk