Olmuş şeb-i sevda yine bi-hab
Oklar gibi saplanmada kalbe
Düştükçe semadan yere mehtap...
Buseyle kilitlenmiş ağızlar
Gözler neler eyler neler işrab
Uçmakta bu ateşli havada
Vuslat demi bir kuş gibi bitap...
(Ahmet Haşim)
Şair, bu şiiri tasarlarken şiiri taşıyan tüm ana hat
kelimelere de alışmıştır. İşve, sevda, vuslat, mehtap gibi şeyleri de
İbrahim’in kuşları kendisine dadandırması gibi beslemiştir. Şair, hangi anahtar
sözcük olursa olsun artık ona aşinadır. Yazmak istediği forma ve havaya göre
bunları şiirine çağıracaktır.
İşve, sevda, vuslat, mehtap gibi parçalar var
şiirde. Ve şair, şiirinde, onları tek bir bedende İbrahim’in güvercini
gibi toplaştıracaktır. Böyle düşünüyor. Ne var ki ne derece şiirsel
düşünürse düşünsün şair, bu unsurlar bir araya gelmiyor. Aralarındaki
mesafe de gittikçe uzuyor. Aslında buna da, şairin şiir mantığı sebep
oluyor.
Şiirin sahnesindeki mehtap, örneğin dişil bir
kelimedir. Ve şiirde o kadar kuvvetli ki şiirdeki tek renktir. Ve şiirde
mitolojik bir kadın kılığında durur. Akıl çelicidir. Emellere kuvvet, zindelik
katıcıdır. Ancak vuslata da o kadar uzaklık vericidir. Daha köklere
gidersek işve ve mehtap her şeyden önce şairin, Adem’in Havva’sıdır. Şair
ne kadar, daha uhrevi daha kozmik bir alemin içine gitmek istese de bu
kelimelerin getirdiği felsefe onu, vuslat için imkansız mekan dünyaya doğru
çekecektir, buna mecbur bırakacaktır. Vuslat, bir kuş gibi bitap düşecektir. Ve
şiiri Resuller sözüne benzeten bir şaire, İbrahimlik tul-i emel olarak
kalacaktır.
Yeprem Türk