Ben küçüktüm o zamanlar. Ama annemin büyük bir özelliği vardı.
Annem, o yıllarda muhitimizde kimin bir hayvanı ya da değerli bir eşyası
kaybolsa rüyasında görür, sahibine yitirdiği şeyin yerini Allahualem
kelamıyla birlik söylerdi. Bu sayede, dağlarda iki taş arasına sıkışıp
kalmış oğlaklardan tutun samanlığa düşmüş tavuklara kadar az can kurtarmadık.
Anneme bu işin sırrını sorduğumda ondan bir cevap alamazdım. Gerçi bu durumun
iradeyle de bir ilişkisi yoktu.
Bir gün yine her günkü gibi yatılı okulun penceresinden dışarı
bakıyorum. Akşam yemeği öncesi etüt saati içindeyiz. Ders çalışmamız gerekiyor
aslında. Ancak akşamın kızıllığı karşı duvara vurmuştur. Nur gibidir. Anneyi
hatırlatıyordur. Zaten bir çocuk için bütün ışıklar bir anne yüzünün öncülüdür.
Ve bu ışığın içinde bir zaman sonra anne belirecektir. Oraya bakmaktan
kendinizi alamazsınız. Hala kayıpları rüyasında görüyor mudur ki annem? Buluyor
mudur? Ya milletimin kaybolmuş kıymetlerini, cevherlerini arayanlar kimlerdir?
Acaba bu kaybolan değerleri kimler rüyasında görüyordur? Gibi masum şeyler iç
içe halkalar gibi aklımdan ve gönlümden geçerdi.
Mustafa Nezihi Pesen’in geçen senelerde çıkan deneme kitabı 'İstanbul’a Zikirle Girdin Mi Hiç?'
elime geçince bunları düşündüm. Kitabını milletinin kaybolmuş değerlerini
bulmak için yola çıkan kişiliklere adamış Mustafa Nezihi Pesen. Ama
bunlardan bir kısmı, zayilerin peşindeyken zayi olmuş. Issız ve sapa yerlere
düşüp kalmış. Beşir Fuat gibi, halkımın kaybolmuş cevheri acaba hangi taşın
altındadır diye aranırken, onun altında kalmış, ezilmiş. Mustafa
Nezihi Pesen de, kitabında, incelik dolu kalemi ve merhametiyle, kayıpları aramak
için yola çıkanların büyük hikayelerini özgün bir yapı ve ruh içinde işlemiş.
Not: (Bu kitap hakkındaki diğer yazı Kuruluş’un 25. sayısında olacak)
Y.Türk