9 Mart 2019 Cumartesi

ŞAH-I NAKŞİBEND



Artık dünya adına lezzet obamızda göç var. Eski tatların konak yerinde ateşler söner. Ve böylece erenler, omuzlara daha bir değer.  İçimizde ulu sevinçler  göğerir.

Cuma, günleri havalandırır. Ramazan, ayları. Erenler de insanları.

Bu akşam, kalbimin konuğu ve manzarası Şah-ı Nakşibend’dir. Sağ tarafında nebiler gibi akan sular var. Bizi kıyısında kuş olarak başlatırlar ve gönüller, yeryüzünün sınırını aşan nur gibi dolaşırlar. Yüreği acıkanlar bu hava içre doyarlar.

Ve âşıkları aşkı, mızraklara çarıktır, diye bilirler. O çarıkları yırtıldıkça dikerler.

Şah-ı Nakşibend çiçekleri çok severdi. Eli, çiçeklerin dağıydı.

Ve hatıraların da secdesi vardı.

Dağda ettiği bir ibadet, gönül kanatlarına ruh üflemiş, göğüsteki lezzeti taşırmıştı. Bu, onun tekrar dönmek, ulaşmak istediği uhrevi anı olmuştu.  Onu, bu aziz hatıra, bir ana gibi sarmış, kucaklamış, pire tüm sıcaklığını ve sevgini vermişti.

O ibadetin tadı, ona göre, o dağın içinde  şifalı sular gibi ılık ılık akmıştı.

Nakşîlerin şahıydı. Şeriatın, ilmin, irfanın, gönlün yaşamdaki ulu ve berrak nakşıydı.

Tanrı’yı özlem şekli onda yeni bir kalıp çatmıştı. Üveysî sevgisi, ekmekteki ulu nağmeyi, ottaki takvayı görürdü.  Sırlar denizinde Nuh’un gemisi kadar kıyısız ve kara gözlüydü.

Adı, halâ, halka bal dağıtan kovan gibi ayakta. Harfler onda kuşturlar, güzel söz olarak doğmak için çadırına tünerler. Çağın üstünden geleceğe doğru da uçarlar. Gündelik işleyen zihinler bu mânaları ellerinde tutamazlar. Gönlün göklerinde, erenlere nurdan  yiyecek ve içecek olurlar.


Y.Türk