Hem
nebatatın ambarı hem aşkın. Bir bereket ki her çeşit meyve sebzeye duran. Ama
yine de insanı az yiyen az içen. Kanaatı kendisine kanat olarak takan. Allah
bizi öyle bir kabın içine koymuş ki, insanı ey diye seslenmeye muhtaç ediyor.
Şairlerimiz
ey sahibidir. Ey! en çok bizim şiirimizde geçer. Ey, bir iman işaretidir. Şükür
sesidir. Allah’ın kudretini ses üzerinden istemedir. Ölüme bile ey’imiz vardır.
Bu toprakların milletime sunduğu bu zengin iaşeye rağmen, ölümün en çok sevildiği
ona methiyelerin düzüldüğü üç kıtaya yayılmış bir belde olmaktan kendini alamıyor,
Türkiye. Mevlânâ Konya’da ölüme düğün gecesidir, demiş. Yunus, Sakarya’da ölümü âşıkların toyu olarak görmüş. Sezai
Karakoç, İstanbul’da, Allah’ım uzatma dünya sürgünümü, demiş. Bu, intihar ve
ölüm sevdası değil, Allah’a kavuşma isteğidir. Batı topraklarında bu terkip
neredeyse yok. Onların ölüm dedikleri, ölmeye yakın Pekin ördekleri gibi kaynar
suya girdikleri.
Ölürken hem ‘Her nefis ölümü
tadacaktır’ hükmünü icra ederiz hem de sevgiliye kavuşmanın coşkusuyla
teyelleniriz, neşe üzere kıvıl kıvıl
tasvirleniriz.
Güzel
hatırlarız bu toprakta ölüleri. Onlar, son nefeste, Allah doldurmuş deyip ölümün
tüfeğiyle korkmadan oynayabilenleri, ulu
yol üzere gökte gidenleri. Onlar da bildiler ki ölüm olayında kabir yerleri, uzuvların
usulca bırakıldığı toprağın güzel
heybeleri.
Y. Türk