Ey! Diye
seslenenlerin dergâhında:
Biz, vatan ve
hakikat. Yeşil çayırlar, serin gönüllü
dağlar. Dünyaya ve bekaya selam veren
minareler. Mimari ve tarihimizin en büyük ulakları mabetler. Adem’den, Nuh’tan
izler. Peygamber-i Ekber’den ulu minber.
Gönüller üzere dünya insanına kurulu maddi ve manevi sofralar.
Türkiye, bir
merhamet birimi. İnsanlık menkıbesi. İyiliğin
temiz eliyle yaptığı kader penceresi. Yeryüzü yoksullarının, mazlumlarının
dünya hanesi. Güldürür dünyada gülmeye parası yetmeyenleri.
Türkiye’nin en
büyük gıdası samimiyeti, acıması, edebi ve hürriyeti. Tüm dünya çöpe atsa da
ahlâkı; o alır, pak sulara yatırır, arındırır ve ayağa kaldırır doğruluğun zürriyetini.
Ve
iyiler her daim kötüleri yener. Bunun sebebi şudur: İyilik, kalbe yakındır. Bu
sayede kötülükten daha derin ve stratejik düşünür.
Ve bu
samimiyetten ötürü ki,
Türkiye’nin
Peygamber aşkıyla örülmüş, çağrılmış iki ulu nesnesi bulunur.
Birisi Veysel’in
hırkasıdır, diğeri İstanbul şehridir. İkisi
de bize peygamberin hediyesidir.
Veysel’in
hırkasını sökmek, İstanbul’u sökmek gibidir.
***
Burada günler
var. Veyselî ve İstanbulî yaşanırlar.
Türkiye’de
günler, Türkiye’nin ilk günü kadar da tazeler. Günler: defterler. Bu
defterlerin içinde neler var: Salât, zikir; Mevlânâ, Tapduk var. İlim,
tasavvuf, aşk, amel var. Hicaz, Endülüs var. Tuna’nın akarken çıkardığı berrak ses,
Dicle’nin ılıklığı var.
Türkiye’nin zamanları;
amelleri maşeri vicdana tartılması için götüren ulu kamyon kasaları. Sayılamayacak defa böyle sefer
eyleyen yazgının nakil araçları.
Bu da,
Türkiye’nin zaman dersinden aldığı farkındalığı.
Y. Türk