Yerin gönülden hamlesi ve göğün rengi
gibi. Ama erenlerin elinde yoğrulmuş bir ruh hamuru işi. Yûsuf el-Hemedânî,
Abdülhalık Gucdüvânî, Nakşi Yedi Pir’in eliyle işli. Ali gibi ilmin
kapılarından bir yer. Şehir, ruhun taş toprak ahşapla yazdığı metindir. Burada
hakim yapısal doku, göğü ve kerpiçi cem eylemiştir. Zaten Nakşi yolu, başlangıçta böyle bir
şeydir.
Aslında kendinden başkasını yaşamamıştır. İlme, sanata, yaşama muhit
oluşu bile farklıdır. Olağan bir karakter tecellisi vardır. Milletinin
halvetgâhıdır.
Ve medeniyetimiz, bu kente ilim ve sanatta yeni izler bulur.
Buhara’nın ilminde göksü bir yanıklık vardır. Göktedir
demek bir bakıma göğüste demek gibidir de. Nakşi ilim tarzı budur. İlim nurunun
ilk harfi ağızla söylenir ve yazılırken diğer kalan kısmı kalbin semaında kıpraşır. Burada ilmin yüzü göğe bakar. Bundandır tasavvufi şiir geleneğinin meyvesi burada bereketli olur. Çünkü bu şehrin kapılarından veliler girmiştir. Şehre, şehri
haber vermişlerdir.
Hayat tarzı olarak da yeryüzünün bu
bağrında hayatın koynuna ve özüne ahretin penceresini koymuşlardır. Kozmosun
geniş kavisini ve ışığını şehre dahil ederek çarşı, pazar, tekke şehir
olmuşlardır. Ve bugün her şehrimizde aşağı yukarı bir Buhara duygusu vardır.
Buhara, şehir anlayışımızda bir
medeniyet ruhsatıdır.
Yeprem Türk