14 Ekim 2018 Pazar

BUHARA


Yerin gönülden hamlesi ve göğün rengi gibi. Ama erenlerin elinde yoğrulmuş bir ruh hamuru işi. Yûsuf el-Hemedânî, Abdülhalık Gucdüvânî, Nakşi Yedi Pir’in eliyle işli. Ali gibi ilmin kapılarından bir yer. Şehir, ruhun taş toprak ahşapla yazdığı metindir. Burada hakim yapısal doku, göğü ve kerpiçi cem eylemiştir. Zaten Nakşi yolu, başlangıçta böyle bir şeydir. 

Aslında kendinden başkasını yaşamamıştır. İlme, sanata, yaşama muhit oluşu bile farklıdır. Olağan bir karakter tecellisi vardır. Milletinin halvetgâhıdır. 

Ve medeniyetimiz, bu kente ilim ve sanatta yeni izler bulur. Buhara’nın ilminde  göksü bir yanıklık vardır. Göktedir demek bir bakıma göğüste demek gibidir de. Nakşi ilim tarzı budur. İlim nurunun ilk harfi ağızla söylenir ve yazılırken diğer kalan kısmı kalbin semaında kıpraşır. Burada ilmin yüzü göğe bakar. Bundandır tasavvufi şiir geleneğinin meyvesi burada bereketli olur. Çünkü bu şehrin kapılarından veliler girmiştir. Şehre, şehri haber vermişlerdir.

Hayat tarzı olarak da yeryüzünün bu bağrında hayatın koynuna ve özüne ahretin penceresini koymuşlardır. Kozmosun geniş kavisini ve ışığını şehre dahil ederek çarşı, pazar, tekke şehir olmuşlardır. Ve bugün her şehrimizde aşağı yukarı bir Buhara duygusu vardır.


Buhara, şehir anlayışımızda bir medeniyet ruhsatıdır.


Yeprem Türk