19 Eylül 2013 Perşembe

ŞİİR KANAL İSTANBUL

  
Necip Fazıl Kısakürek
 Günümüzün siyaset dilinin Necip Fazıl’ın siyasi tavrıyla uyuşmadığı biliniyor. Hatta 1960 sonrası kuşakların siyasi şiir tarzıyla kesişmediği de. Buna rağmen İslamcı siyasete mensup kişilerin ya da şairlerin, üzerinden elli altmış yıl geçmiş bir siyasi üslubu takınmaları anlamsız gibi duruyor. Aslında tamamen İslamcı siyasi dildeki tıkanmayla ve yapılan tercihle alakalı bir şey bu. Bir önceki kuşakların siyasal çıkış olarak bir şey söyleyememesi, günümüzde ise Gezi Parkı olayları, artan sokak gösterileri bir bakıma bunun sonuçlardır.

Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son zamanlarda kullandığı siyasi üslup bu açıdan konuşulmaya değer. Üstelik Kanal İstanbul gibi büyük bir projeyle laik ve cumhuriyet tarzı ekonomik stratejiye son veren bir başbakanın siyasi dili olunca bu dil, önemi daha da hak eder. Aslında geleneksel devlet anlayışının modern zamanlarda verdiği ilk somut üründür Kanal İstanbul. Cumhuriyet projesi değildir, bir devlet projesidir. Ama nedense başbakan projelerindeki anlam büyüklüğünü siyasetteki diline taşıyamıyor. Siyasal dili güdük kalıyor Erdoğan’ın. Çünkü Başbakan bu günlerde siyasasını veya ideolojisini Necip Fazıl’ın siyasi tavırları üzerinden ifade ediyor. Dolayısıyla Necip Fazıl’ın artık neredeyse yürürlükten kalkmış olan ve solculara karşı takındığı ötekileştirici dilini de kuşanmak zorunda kalıyor. Oysa Necip Fazıl’ın davranış modeli, Cumhuriyetin ilk versiyonlarından farklı değil. Yani itidallikten oldukça uzak ve katı çizgileri olan bir çerçeve çizer. Şedit de diyebiliriz buna. Çünkü bizim toplumumuzda kendiliğinden üreyen bir şey olmayan sağ sol davası üzerinden sürüyor Necip Fazıl siyasası. Bu bağlamda Necip Fazıl’ın siyasi tavrı neredeyse Nazım’ınki kadar bir tuzak sayılır. Oysa Sezai Karakoç’un siyasası sağ ve solu aşan daha ehil ve geliştirilmiş bir dile sahiptir. Bu her bakıma böyledir. Dirilişin Türkiye dışına çıkıp medeniyetin siyasi dilini oluşturması hem de içerde eski sola ait birçok şair ve politikacıyı etkilemesi bundandır. Ülke dışı siyaset açısından Sezai Karakoç’un biraz Shakespeare’e benzemesi de bu geniş siyasal yelpazeden kaynaklanır. Çünkü Avrupa’yı toparlamaya çalışan bir söylemi var Shakespeare’in. Hıristiyanları dersek daha doğru olur .

Şiiri de medeniyet bazında genel olarak Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç siyasası yönetir, belli bir noktadaysa İsmet özel şiiri ve siyasası etkindir. Ama parsayı toplayan yine Dirilişin siyasi dilidir. İsmet özel siyasasının bugün büyük medeniyet dairesini tam kavrayamadığı görülür. Belli bir alanda, Türklüğün dar çizgileri içerisinde sıkışıp kaldığını varsayabiliriz, ismet Özel siyasasının. Çünkü Türklük kelimesi Özel’de hem kişisel hem de İslami temeller bakımından medeniyetin diğer unsurlarıyla iletişime pek geçmez. Geçemez. Ve onları bir yerde konumlandıramaz da. Yani bu bağlamda bir medeniyeti var eden diğer figürlerle kendi dili arasında kurucu bir bağ oluşturamaz. Onları ötelemek zorunda kalır. Aynen Necip Fazıl’ın hazır kalıplı sağ sol dili gibi. Medeniyet siyasasını da reddetmek durumunda kalır İsmet Özel. Sezai Karakoç’un inşa etmek istediği gelenekçi şiirsel ve siyasi çizginin, İsmet Özel ve onun halefleri tarafından dışarıda tutulması da böylesi bir çıkmazdan kaynaklanır.


Bundandır, son dönemde oluşan yeni şiirin siyasasında tavır olarak ne Necip Fazıl’ın etkisi var ne de Diriliş ve neo-epik şiirin ufku dışında 70, 80 ve 90 kuşağının. Varsa da ters bir etki olarak kabul edilmelidir bu. Çünkü 90 kuşağının çoğu şairi, ya İsmet Özel gibi medeniyet diline kulak tıkamış ya da çıkmazdaki siyasayı görememiştir. Onlar için, kendi ifadeleriyle mahallenin çocukları ifadesini kullanırsak daha yerinde olur. Onların dertleri, sınırlı bir şekilde mahalle anlayışı etrafında döner. Aslında her konuda mahalli bir tavra sahiplerdir onlar. Oysa Kuruluş’un en fazla karşı durduğu şeyler, bu tür mevzulardır. Sizin mahalle bizim mahalle davasını çekiştirmek açıkçası bir gelecek de vaat etmiyor bize. Ayrıca, bir plastiklik de hissetmiyor değiliz onda. Diğer taraftan, amaçsız bir kuşak olan küresel Y ve Z kuşaklarıyla bu bapta kesin olarak ayrılıyoruz. Daha önemlisi Cumhuriyetin çocukları olmayacağımızın söylendiği ilk dergidir, Kuruluş. Kuruluş’u bu anlamda bir başlangıç sayabiliriz. 


 

Y.T.