 |
Necip Fazıl Kısakürek |
Günümüzün
siyaset dilinin Necip Fazıl’ın
siyasi tavrıyla uyuşmadığı biliniyor. Hatta 1960 sonrası
kuşakların siyasi şiir tarzıyla kesişmediği de. Buna rağmen
İslamcı siyasete mensup kişilerin ya da şairlerin, üzerinden
elli altmış yıl geçmiş bir siyasi üslubu takınmaları
anlamsız gibi duruyor. Aslında tamamen İslamcı siyasi dildeki
tıkanmayla ve yapılan tercihle alakalı bir şey bu. Bir önceki
kuşakların siyasal çıkış olarak bir şey söyleyememesi,
günümüzde ise Gezi Parkı olayları, artan sokak gösterileri bir
bakıma bunun sonuçlardır.
 |
Recep Tayyip Erdoğan |
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın
son zamanlarda kullandığı siyasi üslup bu açıdan konuşulmaya
değer. Üstelik Kanal İstanbul
gibi büyük bir projeyle laik ve cumhuriyet tarzı ekonomik
stratejiye son veren bir başbakanın siyasi dili olunca bu dil,
önemi daha da hak eder. Aslında geleneksel devlet anlayışının
modern zamanlarda verdiği ilk somut üründür Kanal İstanbul.
Cumhuriyet projesi değildir, bir devlet projesidir. Ama nedense
başbakan projelerindeki anlam büyüklüğünü siyasetteki
diline taşıyamıyor. Siyasal dili güdük kalıyor Erdoğan’ın.
Çünkü Başbakan bu günlerde siyasasını veya ideolojisini Necip
Fazıl’ın siyasi tavırları üzerinden ifade ediyor. Dolayısıyla
Necip Fazıl’ın artık neredeyse yürürlükten kalkmış olan ve
solculara karşı takındığı ötekileştirici dilini de kuşanmak
zorunda kalıyor. Oysa Necip Fazıl’ın davranış modeli,
Cumhuriyetin ilk versiyonlarından farklı değil. Yani itidallikten
oldukça uzak ve katı çizgileri olan bir çerçeve çizer. Şedit
de diyebiliriz buna. Çünkü bizim toplumumuzda kendiliğinden
üreyen bir şey olmayan sağ sol davası üzerinden sürüyor Necip
Fazıl siyasası. Bu bağlamda Necip Fazıl’ın siyasi tavrı
neredeyse Nazım’ınki kadar bir tuzak sayılır. Oysa Sezai
Karakoç’un siyasası sağ ve solu aşan daha ehil ve geliştirilmiş
bir dile sahiptir. Bu her bakıma böyledir. Dirilişin
Türkiye dışına çıkıp medeniyetin siyasi dilini oluşturması
hem de içerde eski sola ait birçok şair ve politikacıyı
etkilemesi bundandır. Ülke dışı siyaset açısından Sezai
Karakoç’un biraz Shakespeare’e
benzemesi de bu geniş siyasal yelpazeden kaynaklanır. Çünkü
Avrupa’yı toparlamaya çalışan bir söylemi var Shakespeare’in.
Hıristiyanları dersek daha doğru olur .
Şiiri
de medeniyet bazında genel olarak Mehmet
Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç siyasası
yönetir, belli bir noktadaysa İsmet özel şiiri ve siyasası
etkindir. Ama parsayı toplayan yine Dirilişin siyasi dilidir. İsmet
özel siyasasının bugün büyük medeniyet
dairesini tam kavrayamadığı görülür. Belli bir alanda,
Türklüğün dar çizgileri içerisinde sıkışıp kaldığını
varsayabiliriz, ismet Özel siyasasının. Çünkü Türklük
kelimesi Özel’de hem kişisel hem de İslami temeller bakımından
medeniyetin diğer unsurlarıyla iletişime pek geçmez. Geçemez. Ve
onları bir yerde konumlandıramaz da. Yani bu bağlamda bir
medeniyeti var eden diğer figürlerle kendi dili arasında kurucu
bir bağ oluşturamaz. Onları ötelemek zorunda kalır. Aynen Necip
Fazıl’ın hazır kalıplı sağ sol dili gibi. Medeniyet
siyasasını da reddetmek durumunda kalır İsmet Özel. Sezai
Karakoç’un inşa etmek istediği gelenekçi şiirsel ve siyasi
çizginin, İsmet Özel ve onun halefleri tarafından dışarıda
tutulması da böylesi bir çıkmazdan kaynaklanır.
Bundandır,
son dönemde oluşan yeni şiirin siyasasında tavır olarak ne Necip
Fazıl’ın etkisi var ne de Diriliş ve neo-epik şiirin ufku
dışında 70, 80 ve 90 kuşağının. Varsa da ters bir etki olarak
kabul edilmelidir bu. Çünkü 90 kuşağının çoğu şairi, ya
İsmet Özel gibi medeniyet diline kulak tıkamış ya da çıkmazdaki
siyasayı görememiştir. Onlar için, kendi ifadeleriyle mahallenin
çocukları ifadesini kullanırsak daha yerinde olur. Onların
dertleri, sınırlı bir şekilde mahalle anlayışı etrafında
döner. Aslında her konuda mahalli bir tavra sahiplerdir onlar. Oysa
Kuruluş’un en fazla karşı durduğu şeyler, bu tür mevzulardır.
Sizin mahalle bizim mahalle davasını çekiştirmek açıkçası bir
gelecek de vaat etmiyor bize. Ayrıca, bir plastiklik de hissetmiyor
değiliz onda. Diğer taraftan, amaçsız bir kuşak olan küresel Y
ve Z kuşaklarıyla bu bapta kesin olarak ayrılıyoruz. Daha
önemlisi Cumhuriyetin çocukları olmayacağımızın söylendiği
ilk dergidir, Kuruluş.
Kuruluş’u bu anlamda bir başlangıç sayabiliriz.
Y.T.