Yücel Kayıran'ın editörlüğünde, Doğu- Batı yayımları tarafından yayımlanan şiir özel sayılarını okuyorum. Yücel Kayıran'ın 'Uhrevi Poetika, Dış Dünyanın Keşfi ve Modern Şiir' adlı metnine ve bir şekilde şairin yorumlarına yön veren 'Şuara Suresi'nin 224, 225, 226, ve 227'nci ayetleriyle ilgili olarak bir şeyler söylemek istiyorum.
Yücel Kayıran bu dört ayetin, üç farklı müfessirden çevirisini almış yazısına. Bunlar: Elmalılı M. Hamdi Yazır, Mustafa Öztürk ve Muhammed Esed.
225. / 226. âyetler için Elmalılı H. Yazır çevirisi: 'Görmez misin bunlar her vadide/ her sahada şaşkın şaşkın dolaşırlar ve gerçekten yapmadıkları şeyi söylerler.'
224. / 226. âyetler için Musta Öztürk Çevirisi: Şeytanlara kulak veren bu şairlere de azgınlar uyarlar. Görmez misin, o şairler her konuya dalarlar, her telden çalarlar. (Bugün övdüklerini yarın yererler, bugün doğru dedikleri şeye yarın yanlış derler) Ayrıca onlar, yapmadıkları şeyleri söyler, (abartarak anlatmayı severler.)
Dikkat çekeceğim nokta bu iki çevirinin şu kısımları: 'Görmez misin bunlar her vadide/ her sahada şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.' Mustafa Öztürk'ün de Elmalılı M. Hamdi Yazır'ın çevirisi de neredeyse aynı. Mustafa Öztürk, Elmalılı'nın çevirisindeki 'her sahada' bölümünü 'her konuda' demekle karşılamış. Ama vadi kelimesi de kayıplara karışmış.
Her vadide dolaşan şairler var burada oysa. Mustafa Öztürk'ün ve Yücel Kayıran'ın, ayetleri bağlamından kopartarak dediği şekilde her sahada ya da her konuda veya disiplinlerarası dolaşan değil. Yedi Askı şiirlerini epey okumuş biriyim. Çünkü Yedi Askı şairlerini incelediğinizde gerçekten o şiirlerin çoğu şairinin geceleri veya gündüzleri eğlenmek, alem yapmak ve sarhoş olmak için vadilere, yerleşim yerlerinden uzak kırlara gittiklerini, pejmurde halleriyle dolaşa dolaşa şiirler söylediklerini görürsünüz. Modernizm öncesi işret, içki alemleri vadilerde, örneğin ıssızlıkta bir ağaç altında, yerleşim yerlerinden uzakta bir yerlerde yapılıyordu. İçkiye, işrete mekan tesis etmek ya da onları bir mekân içinde şehre, içerilere taşımak modernist bir tutumdur. Bizim oralarda hâlâ içki içmek, alem yapmak isteyenler vadilere, dağlara, gözden ırak alanlara giderler. Kur'an inmeden önce bu meclisleri taşıyan ve motive edenler, özellikle zaten şairlerdi. Bazen de tek tabanca takılırlardı, şairler. Yani Kur'an'ın bu âyetleri, bir soyutlamaya ihtiyaç duymaz. Apaçık bir durumu anlatıyor, aslında ilgili âyetler.
Ve Muhammed Esed çevirisinde aynı soyutlama yoktur ama:
'224: Şairlere gelince, (onlar da kendi kendilerini aldatmaya yatkındırlar ve bu sebeple) onlara (da yalnızca) azgınlar uymaktadır; 225: Görmez misin onların her vadide (sözcüklerin ve hayallerin peşinde) şaşkın şaşkın dolaştıklarını; 226: ve (çoğu zaman) yapmadıklarını söyleyegeldiklerini? 227: Ama inanan, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan, Allah'ı sıkça anan, (sadece) haksızlığa uğradıktan sonra kendilerini savunan ve haksızlık yapanların, er geç görecekleri (konusunda Allah'ın vaadine güvenen şairler) bu hükmün dışındadır.'
*
Bu bahiste Yücel Kayıran'a katılmak mümkün değil. Yani hem bilimsel, hem bu ayetlerin indiği sosyoloji anlamında. Vadi kelimesini, dallar ve disiplinler arası şeklinde anlamak kaynağa haksızlıktır.
*
Kayıran şöyle bir yorum daha ekliyor yazısına, alıntılanmış âyetler için: 'Bu âyetlerde, iki temel argüman dile gelmektedir. Birinci argüman, şairin varoluşunun doğasının ne olduğuna ve bu doğanın ayırıcı özelliğine ilişkindir. İkincisi ise, şairin angaje olması ve bir meseleye, bir davaya bağlanması gerektiğini dile getirmektedir. Şöyle betimlenmektedir bu doğa:
1. Şairler, 'her vadide/ her sahada şaşkın şaşkın dolaşırlar', her konuya dalarlar', 'her konuya dalarlar, her telden çalarlar', onlar kendi kendilerini aldatmaya yatkındırlar', (sözcüklerin, hayallerin peşinde) şaşkın şakın dolaşırlar.
Birincisi: Kur'an'ın yerdiği şairlerin karakterini genel anlamda şairin (şairliğin) doğası haline getirmesi Kayıran'ın, çok acemice. Vadilerde şaşkın dolaşmayan, kendilerini aldatmayan Akif'i, Yunus Emre'yi şair saymayacak mıyız yani? Şuara Suresi öncelikle kötücül olan şairin karakterini, personasını eleştiriyor.
'İkincisi ise, şairin angaje olması gerektiğini, bir meseleye, bir davaya bağlanması gerektiğini dile getirmektedir.' derken Yücel Kayıran'ın 'angaje' kavramı meseleyi başka yerlere çekiyor. Oysa orada anlatılmak istenen 'angaje olmak' değil; fıtrata, insanî olana bağlılıktır, yani Kierkegaard'ın deyimiyle ruh olmaktır. Sen ontik bir durum dersin ben ruh olma derim. Bu ayetlerde iyiliğe, ahlâka, dinin hükümlerine bağlıklık anlatılmaktadır. Bunlar zaten iyi insanın, ruh olabilmeyi başarabilmişlerin doğasında olan şeylerdir.