25 Temmuz 2020 Cumartesi

FITRATIN SEDASI


Son günlerde dünya genelinde en çok konuşulan şeyler: Ayasofya, Türkiye ve İstanbul.

Ayasofya Camii’nin, İstanbul’un fethinin ve Fatih Sultan Mehmet’in dünya görüşünün tafsilatlı olarak ele alınmaları aslında bir medeniyet tasavvuruna duyulan özlemin ilk ayağı.

Özellikle de Batı uygarlığının havlu attığı zamanlarda bunların dillendirilmesi, tüm insanlık için bir medeniyet imkânı şeklinde değerlendirilebilir.

Özellikle bizim düşünce sistemlerimiz içinde İstanbul düşüncesinin öne çıkması da denebilir buna.

Ayasofya Camii, müze idi. Tatilde idi. Aslında müze olan, tatilde olan bizim dünya görüşümüzdü.

Şimdi Ayasofya canlandı, dünya medeniyet anlayışımızın da üzerindeki tozlar silkelendi, yeni  ve farklı bir çağın ilk ışıkları da yanmaya başladı.

Fatih Sultan Mehmet, Yeni Çağı İstanbul’un fethiyle açmıştı. Aslında o günden beri bir İstanbul medeniyet düşünce ekolü de hayata geçmişti. Endülüs, Abbasî gibi İslam medeniyetleri İstanbul düşüncesi içinde harmanlanmıştı.

Cemil Meriç, Avrupa uygarlığını doğuran fikrin Hind’in arkaik metinler olduğunu söylemişti. Bir bakıma doğru. İslam düşüncesi haricinde kalan bu doğacı mistik metinler Avrupa’nın tabiî görüşüne can vermişti. Çünkü ikisi de tabiî görüş içinde doğup gelişti.

Bizim için Hint, İmâm- ı Rabbânî’lerle okunur. Hindistan’ın tasavvuf kanadıdır. Ve İstanbul düşüncesine dahildir.  Tabiî düşüncenin değil Fıtrat medeniyetinin bir koludur. Bizi tekrar küllerinden doğuracak şey de ise burasıdır: Fıtrî dairedir.

Ayasofya Camii’nin açılışı düşüncede ta bu bilince kadar gider.

Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’yı harap halde bulmuş; onarmış ve ihya etmişti. Biz de millet olarak dünyayı bu halde bulduk; insanlığı onaracak; onlara adalet, güven, huzur ve mutluluk verecek fikrimiz ve deneyimimiz var demiş olduk, Ayasofya’da okunan ezanla.

Bu bakımdan, Ayasofya Camii’nin minarelerinde verilen seda Davut’un da sedasıdır, Musa’nın da, İsa’nın da.


Y. Türk