Yeni şiir kitabım bitti. Ama hemen yayımlamayı düşünmüyorum. Halil Cibran’ın, Ermiş kitabına yaptığı muameleyi ben de bu kitabıma çekmek istiyorum. Elimin altında uzun süre daha tutmak arzusundayım yani. Ama uzun süre bu derece soluksuz çalışmak yorucu bir şey. Şimdi önümde son kırklamam olacak bir eserin müsveddeleri var. Belki hazirana onu da bitiririm. Kafamda bitti çünkü. Kağıda indirmek kaldı.
Uzun süreli kapalı mekânlarda
kalmak yoruyor insanı. Yasak zamanlarda dolaştım dolaşmasına da, yukarı
balkondan bir beyefendi seslenirdi bana ‘Yahu
senin dolaşma kağıdın mı var, hep geziyorsun’. Kuşlara yem vermek için
meydana indiğimi söylerdim, ben de.
Kuşlar, dedim de aklıma geldi. Kuşlara alışmayın bence. Bırakması zor. Kadıköy meydanında sabah saatleri beni bekliyorlar. Beni görünce önce serenat yapıp öyle iniyorlar, önüme. Paramı da bayağı tırtıklıyorlar üstelik.
Hazirandan sonra yatmak için bile iç mekânlara girmeyi düşünmüyorum. Bahçemizde, Kahramanmaraş’ta ağaçlar var. Ağaçların altında gecelemek, uyumak dilerim.
İnsan ışığı, güneşi
özlüyor. Ruhta tatlar olduğu gibi doğadan gelen lezzetler de var. Beden, bunu
hep ister. Eski Grek, bu anlamda ağzının tadını bilen bir uygarlık. Ve Afrika.
İşte ikisini de içeren bir eser paylaşıyorum.
Gerçi, Luciano Pavarotti,
James Brown’a sesinin çatlak çatlak olmasından dolayı alaycı gülümsemeler sarf
ediyor, ama bence Brown’un sesinde L. Pavarotti’nin yapamayacağı kadar ince
motifler var.
Y. Türk