14 Temmuz 2020 Salı

Ayasofya Camii’nde ezan: Fıtrî kubbedeki çağrı




Türkiye, Fıtrî kubbeyi temsil eder.

Âdem Peygamberden beri gelen Fıtrî hayat tarzı, Haniflik de dahil olmak üzere ezelî hikmet adı altında İslam’da son kez dile gelmiştir.

Osmanlı bu medeniyet dairesine nefes vermişti.

Fıtrat da daim kollanmazsa, arınmazsa bozulur ve çürür. İnsan, önce kendisini sonra değerlerini, sonra da mabetlerini kaybeder.

Nitekim Ayasofya Camii de bu yozlaşma sonunda kapatılır, iptal edilir, müzeye dönüştürülür. 
*
Ayasofya bana hep Habeş’in ilk önce Hanif sonra Müslüman olan Necaşî’sini hatırlatır. Ve fıtrat merkezli âleme, medeniyete dahildir.
*
Kapatılan bu camimizi tekrar ibadete açtık.
Ama ne diyetler verdik.

Yeni devletimiz kurulalı yüzyıl geçmiş. Milletimiz, aydınımız, şairlerimiz, mühendislerimiz ne çileler çekmiş.

Yeni bir yol bulma arayışları, tıkanıklığı aşma ve modern çağı tüm yönleriyle keşfetme çabaları geride büyük de zayiat vermiş.

Kurtuluş Savaşı, yenidünya düzeninde var olma uğraşları, sosyolojik çatışmalar, kültür şokları, bizi kemiren ideolojiler… hepsiyle baş edilmek zorunda kalındı.

Aslıda Türkiye, yüzyıllık süreçte ağır şartlar altından geçti. Ne kadar düşmanlık, ne çeşit ihanet, katakulli, darbe varsa neredeyse hepsini gördü. Ve böylece temellerini de daha sağlam atmış oldu.  Ve ‘Ev İyesi’ni hak etti.

Örneğin Yunus, Mevlana, Said Nursî, Mehmet Akif,  Seyit Onbaşı... gök kubbemizi inşa etmeseydi; pozitif ilmin ruhunu çözmeye çalışırken intihar eden Beşir Fuat olmasaydı, hatta bize hayatın farklı bir cephesini görmemizi sağlayan bir Tevfik Fikret şiir tarihimizden geçmeseydi,  Necip Fazıl ve Sezai Karakoç ile inancımız huruç etmeseydi; Fuat Sezgin gibi bir ilim adamına sahip olmasaydık… Ayasofya ibadete açılamazdı.

Ayasofya’nın ibadete açılması, nesilden nesile seksen yıldır birike birike gelmiş bir ilmin, sanatın, şiirin, siyasetin, mefkurenin adıydı. Mefkure kelimesi, çokça eleştirdiğimiz Ziya Gökalp’e ait bir kavramdır. Yani kendi içinde zıtlıkları olan belki de olması gereken bir kozmopolitlikten buraya geldik.

Edip Cansever’in Haziran’ını da; Sezai Karakoç’un Diriliş’ini de yaşadık. Ümitsizliği de görsek umuda bel bağladık. 15 Temmuz Destanı ve Ayasofya’da ezanın okunması milletimizin Diriliş tercihini gösterir.

Hani bir zamanlar çokça dillendirilen bir durum vardı: Din yorgunluğu. Ayasofya Camii’ne kavuşunca bu yorgunluk geçti.

Ama bir şey daha var: Milletler yükseldikçe bir çürüme içine de girme tehlikesi yaşar.

Diriliş ve Kuruluş aşamasındaki safiyeti, samimiyeti, çevikliği, çalışkanlığı, teyakkuz halini, dayanıklılığı, fedakârlığı, berraklığı, şairaneliği, konforsuzluğu, sadeliği korumak ve zafer sarhoşluğuna engel çekmeyi bilmek, ‘ Ben atmadım Allah attı’ ilkesini yürekten korumak gerek.


Yeprem Türk