İlmi, yürek gibi bulanımız; duygu
gibi söyleyenimiz, yazanımız.
Konuştuğu bilgi, ellerden tutardı.
Yaralanmışın yarasına ışık gibi akardı. Bedende ve yürekte, bilmelere
alabildiğine kapı açardı. Vücut ve ruhu ulu bir ahenkte buluşturdu. Âşıklara,
‘oğlum, vücudundan da haberin olsun. Senin bilmediğini beden de bilmesin’ der
gibiydi.
Kapısında Allah’ın âşıkları vardı.
Nedendir, kader, onları her daim kırardı. Dilerdi ki herhâlde erenler böylece
derin yaşar, derin duyardı.
Kırıla kırıla kırılmaya
itirazları, isyanları kalmadı.
Bir aşıklık geleneği, damarı
tarihe çıkıyor, geleceğe doğru yol alıyordu. Bir daldı ki, üç vakit geçmeden,
inkar üzere kırılmasındı.
Bünyelerinde sürekli ahreti
selamlayan büyük bir oran vardı.
Bu nispet en çok Yunus’ta göründü.
Yunus’un şiiri şol cennetin ırmakları gibi geldi. Yunus’un kelimeleri aşkın
gökleriydi, lisanımıza giriş yapan
dilleriydi.
Tabtuk’un âşıklarının çehresi öyle
derindi ki. Kalplere serin sular gibi
girerdi.
Evrendeki ağız ve kulak bulamamış
haberler gibi bakarlar, gönüllerindeki ışıklarla evrene dağılırlar, tenlerinin epriyip
eskimelerini hiç umursamadan yaşayıp giderlerdi.
Yeprem Türk