22 Ocak 2019 Salı

TABDUK


İlmi, yürek gibi bulanımız; duygu gibi söyleyenimiz, yazanımız.

Konuştuğu bilgi, ellerden tutardı. Yaralanmışın yarasına ışık gibi akardı. Bedende ve yürekte, bilmelere alabildiğine kapı açardı. Vücut ve ruhu ulu bir ahenkte buluşturdu. Âşıklara, ‘oğlum, vücudundan da haberin olsun. Senin bilmediğini beden de bilmesin’ der gibiydi.

Kapısında Allah’ın âşıkları vardı. Nedendir, kader, onları her daim kırardı. Dilerdi ki herhâlde erenler böylece derin yaşar, derin duyardı.

Kırıla kırıla kırılmaya itirazları, isyanları kalmadı.

Bir aşıklık geleneği, damarı tarihe çıkıyor, geleceğe doğru yol alıyordu. Bir daldı ki, üç vakit geçmeden, inkar üzere kırılmasındı.

Bünyelerinde sürekli ahreti selamlayan büyük bir oran vardı.  
Bu nispet en çok Yunus’ta göründü. Yunus’un şiiri şol cennetin ırmakları gibi geldi. Yunus’un kelimeleri aşkın gökleriydi,  lisanımıza giriş yapan dilleriydi.

Tabtuk’un âşıklarının çehresi öyle derindi ki.  Kalplere serin sular gibi girerdi.

Evrendeki ağız ve kulak bulamamış haberler gibi bakarlar, gönüllerindeki ışıklarla evrene dağılırlar, tenlerinin epriyip eskimelerini hiç umursamadan yaşayıp giderlerdi.

Yeprem Türk