‘İlmin dili ibâre, mârifetin dili işârettir.’
Ey
Şibli, yeryüzünde ne de gök gibi bir erendin. Eğer Tanrı karaya bağlamasaydı
seni, durman imkânsızdı. Ahret hayatının dünyadaki bir kıvılcımı gibi yaşadın. Mekâna bağlanmak istemedin. Ondan
yerleşik bir ahenk bir kalıp da almadın. Ya aşk ormanında bulurdun kendini,
aşkın kuş ürünü sesleri gibi ya karakollarda ya da seyahatlerde. Bu yönüyle
âşıkların uç köşesiydin. İlahî sevdanı ironiye buladın. Elinde tutamasın beni
yaşamak, der gibiydin, ancak dünya bilgisinin yüzünde de gözle ihtar: kaşın kaldırdığı taşlar, vardı bildin.
Sözünü ki hem tüllü hem gerçek
kurdun.
Bu yordamla dünyaya bir Hallac
vedası etmekten kurtuldun. 'Hay halindeki dil kemiklidir, ince bir zarla örtülmelidir, yoksa
kırılır’ iması halindeydin.
Gam mı? Senin için neydi ki? İlahî
nur, durmadan gam kavlattı sende. Yerde alev gibi kıvrıldın, savruldun, bendini
yaktın. Umduk ki ateşte perde perde açıldın. Sonunda dipteki serinliğe vardın.
Sen ki toprağa düşten, hayâlden
düştün; tekrar düşe, hayâle çekildin.
Seni çok kezler düşünüyorum da;
senin divane gönlün, benim deli kalbimin dedesidir, diyorum.
Y.T.