6 Aralık 2014 Cumartesi

OKUMALAR




Ali Haydar Haksal, Sezai Karakoç’un muhafazakar bir tutum içinde olmadığını söylemiş,  Milli Gazete’deki köşesinde. Muhafazakarlık Batı’da ortaya çıktı, oradan geldi bize diyor. Sezai Karakoç’un tamamen muhafazakar bir tutum dışında olduğunu söylüyor. Oysa muhafazakar tutum içinde olduğu vardır, Karakoç’un. Daha doğrusu muhafazakar olduğu ve olmadığı konuları. Örneğin  Hızırla Kırk Saat’te çağın tekrar Hızır ile yürünmesi gerektiği iması var. Çağı, zamanı yenileyerek yürümeli, der, burada muhafazakar değildir. Ancak bu yürüme, İslam’ın ölçülerini dikkate almalıdır. İşte burada da muhafazakardır.  Aslında kimse bir ömür tamamen muhafazakarlık  dışında  olamaz. Batı'da da öyledir, bizde de. Batı dünyasında mesela muhafazakarlık kavramı, liberalliğin din tanımayan tavrı karşısında belirginleşir. Yani toplumun tarihe yürümesine din şartı koyar. Kemalizm muhafazakarlığı gibi doktrin muhafazakarlıklarını dini muhafazakarlıkla karıştırmamak lazım. Gelip geçen şeylerin muhafazakarlığı tehlikelidir. Bir Müslüman’ın muhafazakarlığını düşündüğünüzde bunun o manada bir karşılığı yoktur.  Toplum muhafazakarlığını  ise şu yerli sözü güzel anlatır. ‘Hızlı (düşünmeden) yürüdük arkadaşlar, ruhlarımız arkada kaldı’. Sorun aslında muhafazakarlıkta değil, neyi muhafaza ettiğinizde.



Yeprem Türk

3 Aralık 2014 Çarşamba

KİMSENİN NASIL BİR ŞEY OLDUĞUNU BİLMEDİĞİ BİR ENERJİ : İSLAMCILIK

Hadi, İslamcılık, İbrahim Tenekeci’nin, Yenişafak 3 Aralık 2014 tarihli köşesinde dediği gibi Doğu’nun Batı işgaline karşı yaptığı topyekun bir mücadelenin adı olsun. Bir direnişin tüm özelliklerini içinde barındırsın. Ve dahi dağınık bir doğu haritası üzerinde dağınık şekillerde mücadele imkanı sunsun. Ki öyledir. Bir gerilla hareketi edası içinde bulunması bundandır, İslamcılığın.  Diyelim bir gün Batı işgali Doğu toprakları üstünden atılsın.  Ama bu mücadelenin nasıl bir sistem ortaya çıkaracağı konusunda bir öngörüsü var mıdır İslamcıların? Benim bildiğim kadarıyla hayır.  İslamcılar bu konuda mücadele tipleri gibi dağınık düşünürler.  Ana bir siyasi akımda ya da kuruluş metodunda buluşamazlar. Mesela Filistin konusunda bir İslamcı olan Ali Bulaç,  Zaman gazetesinde* İsrail devletinin panzehirinin Filistin devleti olmadığını vurgular ve iki unsurun bir arada yaşayacağı karma bir devlet önerisi sunar. Noam Chomsky’nin Vahşi ABD Emperyalizmi adlı kitabında belirtildiği gibi ‘İsrail’in topraklarını gasbettiği Filistinlilere ister devlet olun ister kızarmış tavuk, bizim için fark etmez türünden umursamazlık sergilemesine rağmen.  İsrail tarafından alenen gösterilen bu tavır karşısında İslamcılar böyle bir öneriyle karşımıza çıkabiliyor.  Bazı İslamcılar da İsrail’in Doğu’daki varlığını en temel tehdit şeklinde algılar.  Açıkçası bir meselede dahi bu kadar ayrılıkçı düşünen İslamcılığın bu özelliği  hem düşüncede hem de eylemde gerilla taktiğini uygulamasından ileri gelir. Çünkü bu fıtratın gerillavari unsurlarla yaygınlaştığını biliriz. Şu an İslamcılık düşüncesi;  İslam adına mücadele ettiğini düşünen ülkelerin, kesimlerin, mezheplerin, ırkların  yaptığı mücadeleyi kolayca anlatabilmenin bir imkanıdır. Ancak daha fark edilmeyen bir şey vardır İslamcılıkta.  Yolun, topal kargayla topal serçenin topallıkta kader ortaklığı yaparak kat ettiği yol  şeklinde kat edilmesi.  Topallıklar geçtiğinde, yaralar iyileştiğinde ne olur? Belli değil. Kargayla serçe yollarını ayırmadan karga serçeye kargalığını gösterebilir.  İslamcılık tarihinin mesela Kürtçüler açısından şöyle beklenti verdiği bilinir.  Yeni yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacaktır, İslam’ın değil. Başka birine göre örneğin, İslamcılık bir Arap birliğini teminat altına alacaktır.  Açıkçası İslamcılık farklı coğrafyalarda farklı  ütopyalara kan veriyor. Üstelik bugün ırkçılığın en alası İslamcılar tarafından yapılıyor. Kalın Kürt, Kalın Türk, Kalın Arap İslamcılık içinde kalınlıklarına devam ediyor. Medeniyet vurgusunun olmaması bunu gösteriyor İslamcıların.  Farklı uçlar İslamcılıktadır fakat gelecekler farklı  yerlerde. Batı’ya karşı gösterilen mücadelenin ardından İslamcılık enerjisini kapma, onu kendine has kılma adına kardeş kardeşe savaş verilmesi tehlikesini doğurur bu, Doğu’da.  Tehlikeli bir sistemsizlik içinde büyüyen siyasi bir enerji topu gibi duruyor İslamcılık.   IŞID bunu bize apaçık söyler.  Mehmetli Milleti vurgumuz  bu enerjiyi bir sisteme entegre etme ihtiyacından gelir.  Enerjiyi medeniyetin inşasına taşıma denebilir bunun adına. Yoksa İbrahim Tenekeci gibi hepimiz İslamcıyız der geçeriz.   Bu kolaycılık karşısında ürküyoruz da açıkçası. İslamcılık ne de olsa kolay ve konforlu bir şeydir artık. Bir şey olamadık mı İslamcı oluruz.  




 yeprem türk

2 Aralık 2014 Salı

İlle de ...

Kuruluş dergisi yayım hayatına atılalı neredeyse bir yıl oldu. Yapılmak istenen bakımından  oldukça hızlı yürüdü, dergi. İlk bir yıl içinde amaç edinilen, geçildi. Sanırım siyaset ve edebiyat ortamının hareketli durumuydu bunu sağlayan şey. Düşüncesi hızlı seyretti derginin. Üstelik kendisini reklamlamadan yaptı dergi bunu. Kuruluş dergisinden bir iki edebiyat  sitesi   dışında bahseden olmadı.  Senden metin şiir isterler ama Kuruluş’u haber yapmazlar. Yapmasınlar. Umurumda değil.  Mesela dünyabizim ilk sayının tanıtım metnini geri göndermişti.  Yani yayımlamamıştı. Yine de arayan buluyor, görüyor. İnternette tıklanma sayısı yüz bine yaklaştı. Bir yıllık tıklanma sayısı bu. Bu tıklanma sayısı önemli mi? Değil. Dergiden para kazanmak gibi bir niyetimiz yok. Paramız var yani. Parasızlık yazdırmıyor bana anlayacağınız. Milletin acıları yazdırıyor.  Kimseden reklam parası da alınmayacaktır. Reklamsız başlar reklamsız biter, iş.  Merkezi bir dergi olmaya da yaklaşmayız.  Merkezi dergilerde yazanların yüzyıllık tekrarcı teranelerini  ne yapayım. Yazmış olmak için yazanlardan ve çıkmış olmak için çıkan dergilerden Allah’a sığınırız. Kurucu unsurları aydınlatacak gerçekçi metinler beklemek hakkımızdır. Çünkü dergimizin adı Kuruluş’tur. Son yüzyılın batı ivmeli  medeniyet, kültür muhalifliğini yadırgarız haklı olarak.  Onları açıkçası bu topraklara has bir tutum içinde de sayamayız. Medeniyet ve kültür muhaliflerinin ellerinde bugün dişleri dökük bir Türkçenin dışında bir şey olmadığını görüyoruz. İslamcıların dillerinin yaralı olmasının bu tavra bağlı olduğu bilinsin istiyoruz.  İyiliği, güzelliği öne alıyoruz. Medeniyet, kültür, millet, devlet dörtlüsü vurgumuzdur. Devleti hal eden medeniyeti, kültürü, milleti de hal etmiş demektir. Halcilere muhabbettimiz yoktur. Hal neticesinde, yüzyıllık Ortadoğu kavgalarında can vermiş milyonların hatırına yoktur. İslamcılık bizde aslında bu noktada başladı. Hal ile daha açıkçası. Şimdi nerede? Yok. Şundan yok.  İçinde ilahi aşka yer vermeyen hiçbir ekol bizim topraklarımızda yaşama şansına sahip olamaz. Allah güzeldir, Allah’a güzel  inanılır. Dini, dana gibi yaşamak kalır aksi halde geriye.  Ya da medeniyet muhalifi olmak. İnanırız ki gelecekte halkın Ankara siyasından istediği şu ses bu hakikatin kapısını aralar.  Biz Mehmetli milletiyiz, Mehmetli medeniyeti içinde.



adem kalan








28 Kasım 2014 Cuma

SEPETÇİ


Ben sepetçiyim dostlarım, hayatı anlamaya ihtiyacım var
Bana doğru da yaklaşan bir hazan var
Doğrusu sepetlerimin ne elma ne süt ne yumurta
Taşımaya ne hevesleri ne de takatleri var

Biterken bende, hayat dilenecek bir ömür var
Onu yere serecek Allah'ın yeli denen bir şey var
Düşünün. Tek vuruş. Ne toz yaşamımdan ne bir dal kalkar
Dostlarım sepetlerimin artık ahrete sarkmaya ihtiyacı var

Yeprem Türk

25 Kasım 2014 Salı

çöp dili


 Kültürü, medeniyeti olmayanın Türkçesi de olmaz.

...
Hayatın ortasında mum gibi söndüm.
Ezik bir sevda kuşu uçmaz hiç bilirim
Tadı ezikliğimde kıyamete kadar yürürüm
....


Günümüz şiirinin anlam ve biçim bakımından iyi bir özetidir, bu şiir. Genç bir şaire ait bunlar. Kırk yaşına da gelse bu şairin, aynı boş temalarla vakit geçireceğini garanti edebilirim size. Asıl mevzuattan kopmuş bir dil hüviyetini taşıyor, şiir. Elde araç var ama bu ne işe yarar bilinmiyor. Her işe yarıyor ancak yine de bir işe yaramıyor. Çağımızda çok değişik türlerde, bakışlarda şiir yazılıyor. Bu açıdan zengin bir edebiyat dünyasına sahibiz. Hepsi farklı farklı mahallededir, ama fakirlik hepsinin ortak özelliği. Kemik çatılmış eğri büğrü de olsa ancak bir iki gram dışında et yok,  iskelette.  Çağın şairleri, şimdi yönünü ağır ve insan soyuna has manalara çevirmiş durumda olsalar, bundan bir şey anlamayacaklar. Bunun, şiirin maruz kaldığı cumhuriyetçi unutkanlıktan veya boşvermişlikten sonra nasıl yapılacağı bilinmiyor. Az önce örnek verdiğimiz şiirle beraber, günümüz şiir dergilerinin çoğunun dili armudun sapı, üzümün çöpü Türkçesidir.



Adem Kalan

22 Kasım 2014 Cumartesi

AHMET HAŞİM KLASİKLİĞİ


Karanfil 

Yarin dudağından getirilmiş 
Bir katre alevdir bu karanfil, 
Ruhum acısından bunu bildi. 

Düştükçe vurulmuş gibi, yer yer 

Kızgın kokusundan kelebekler, 
Gönlüm ona pervane kesildi. 


Bir medeniyetin tüm özelliklerini hiçbir şair tek başına temsil edemez. Ezra Pound’un bir dilin tek başına tüm insani şeyleri taşımasını mümkün görmemesi gibi bir şey bu. Belki bir iki yönü medeniyetin, bir şairde toplanabilir. Mesela Necip Fazıl şiirindeki metafizik ve siyasal ihya buna örnektir. Sezai Karakoç, Türkçenin tarihe yürümesi için dile nefes tazeletir. Dediğim gibi, medeniyetin her bir unsuru tek bir şairde zirve yapar. Ahmet Haşim ve Yahya Kemal arasındaki fark da buradan gelir. Birinin diğerine üstünlüğü kendi alanında ve konusunda çıtayı yukarıya çekmesindedir. Bir de kim, nerede, hangi alanda ufka kan verir, irşat temasını göstermeye yarar.


Ahmet Haşim, Ahmet Haşim’den önce tabiat demektir. Haşim deyince ufuk, kızıllık, güneş içinde hülyadan cibermiş kamışlar akla gelir. Medeniyetin kültür bölümü şairi Yahya Kemal’in yanında ama aynı medeniyetin ayrı bir blokunda yer alır. Bu bölümün adı da tabiattır. Ancak şairin ismiyle birlik hemen konusunu ansıtması da kolay bir şey değildir. Şiirinde Haşim kaynadıkça tabiat da kaynar. Doğa kaynadıkça da Haşim. Bu bütünleşmeyi sağlamak saflık ve duyuş ister. Haşim’in kol ve bacakları, tabiatın kol ve bacaklarıdır. Haşim tabiatın dili karşısında kendi dilini de çözmüş ender bir şairdir. Allah vergisi yeteneğini hastalıkları ve çaresizlikleri daha da sivriltmiştir.  Türk şiirinin bitmek üzere olan enerji kaynaklarına, yeni bir ocak açarak karşılık verir. Yeni duygu, tabiat, insan, müzik bir de resul dili akustiği ocağıdır bu. Bu haliyle Haşim, şiirde devrim yapmıştır. Tabiata bakış açısı değişir şiirin, Haşim’le. Çünkü her şair,  böylesi bir devrimi yapacak kadar temiz ve çalışkan kalmayı başaramaz. Haşim’in iyi şiirlerinde cam gibi net bir Türkçe vardır. Bu, şiirde şahit olduklarımızın gerçekliğinin ifadesidir.  Sadece doğaya kilitlenmek insana bu dili sunamaz.  Tabiat ve insanda karşılıklı şavkıyan devasa manayı, ip gibi incecik mısralarına bindirebilmeyi başarabilmiştir, Haşim. Aygırların taşıyacağı iri yükleri, duygu patlamalarını kamıştan nalan tüyümsü şeylere yüklemiştir. Ahmet Haşim’in duyguları boğa gücünde ama bir kuğu kadar zariftir. Düşünün bir şair, bir öküz gücünün, kuğu kadar kıvrak olmasını sağlıyor. Bunu yapmak zordur. 


Yeprem Türk

ÇAĞIN GÖÇÜ

Doğu’nun değişik yerlerinde baskı gören insanların merkeze, yani Anadolu’ya sığınması Türkiye açısından ilginç bir deneyim. Aslında tarihin akışını değiştirebilecek türden bir kavimler göçü, bu. İslamcılıktan Anadolu fikriyatına doğru bir zihin kaymasıdır da aynı zamanda. İslamcılıktan çıkış, Anadolu’nun Büyük Doğuculuk fikrine giriştir. İslamcılığın doğuş yerleri bugün hayat olarak iflas etmiş durumda. Eğer gerçekten, İslamcılık yeni bir medeniyet vaat edebilseydi,  bu kavimler göçü oraya doğru gerçekleşecekti. Göç bugün Anadolu’yadır. Yeni bir medeniyetin kaynağına doğru oluyor. Bu akışla birlik kader Anadolu’da yeni ağlar örüyor. Bunu fark etmek lazımdır. Bu insanlar değişik ırklara ait ama,  Anadolu’nun özüne, medeniyet tipine uygun bir millet olma hali ile yola çıkmışlardır. Selçuklu, Osmanlı medeniyeti tipinde bir sürektir, amaçları. Mehmetli medeniyeti, bu kavimler göçünün üstünde yükselen bir grafik çiziyor. Kendileri Mehmetli milletidir, arkada bıraktıkları toprakları da Mehmetli toprakları. Uluslar arası kanunlarla ya da başka tür yollarla bu topraklar sahiplerine iade edilmelidir. Tuhaftır, eskiden Anadolu medeniyet tipleri, dışa doğru Anadolu kuvvesiyle uzayıp giderdi. Bugün kadim medeniyet parçaları, Anadolu’ya, Kutlu devletin saçakları altına giriyor. Farklı yerlerden gelen mazlumlarla bir milletin bir medeniyetin  bir kültürün alt yapısı oluşuyor.  Bunu görmek gerekir. Üretim tarzını bile değiştirebilecek tarihi bir harekettir, bu.


Adem Kalan