13 Mayıs 2021 Perşembe

KAYIP, OCAK- ŞUBAT 2021, Sayı: 1


 

Yeni bir dergi. Yayın yönetmeni: Mehmet S. Fidancı.  M. Can Doğan, Cevdet Karal gibi isimler var, dergide. Cevdet Karal'ın şiiri öne çıkıyor. Karal, saf lirik şiir yazıyor. Melek, şiirlerinin leitmotivi. Bu şiirinde de öyle olmuş şairin. Galiba en yüksek şiir kitabı  Karal'ın, 'Uzun Sürdü Hazırlığım' dır. Son eseri 'Alışveriş Listesi' şairin şiirini gençleştirme çabaları olarak okunabilir. Ama bu yapılırken Karal şiirinin baş aktörü ritmin de yara aldığı bir gerçektir. Kayıp'tan şu bölümü buraya almak isterim: 

'Can verenler ne alırlar

Karşılığında Tanrı'dan'

*

Bir ara şöyle düşünmüştüm:  'İnsanlar bu kadar kirin, adaletsizliğin içinde ezan okunmasında bir anlam bulamıyorlar.'  Sonra Cevdet Karal'dan şu bölümü okudum:

Kime neyi, ne diye itiraf edeyim

Anlatsam bir anlayan çıkar mı ki

Batakhanelere sızan ezan sesinin

Yüreğe nasıl işlediğini

Bana kalırsa daha yücedir onun hissi

Bir cami avlusunda beklemekten namaz vaktini

                                                                     (Uzun Sürdü Hazırlığım, S. 167)

* Dergide Kurtuluş Kayalı'nın Sezai Karakoç gibi düşünce adamlarının ve şairlerin yazdıkları metinlerin dipnotsuzluğuna dair bir makalesi var. Ve Kayalı ' Nurettin Topçu ve Sezai Karakoç'un yazılarının daha derinlikli olduğunu belirtiyor. Bu soru bir ara bana da sorulmuş, metinlerinizde neden dipnot yok denilmişti. Bence dipnot ve referans  yani tırnak içleriyle dolu bir kitap zaten başkaları tarafından esir alınmış demektir.  

 * Bu ara okuduğum çoğu dergide Ahmet H.Tanpınar hakkında yazılmış değinilerle ve geniş oylumlu makalelerle karşılaştım. Yitiksöz'de, Kayıp'ta, Dil ve Edebiyat'ta, Dergâh'ta ve birçok yerde. Tanpınar'ın edebiyat ortamındaki bu yayılımı, seksen kuşağına umut saçıyor. Tanpınar ile aralarında bir bağ kuruyorlar, seksenlerde şiir yazanlar. 

* Sema Bayar'ın  'Bir Tel Kopar Ahenk Ebediyen Eksilir' adındaki metni musiki alanına dair. Benim dikkatimi daha başka şeyler çekti. Elbette ahenk deyince Yahya Kemal akla gelir. Ve Yahya Kemal'in III.Selim'i ne derece sevdiği de bilinir. III.Selim, Osmanlının son müzik atılımı olan bir reforma banilik eder. Yahya Kemal, A. Hamdi Tanpınar, Hilmi Yavuz ve sonraki pathoscuların adamıdır, III. Selim. Ethoscular ise III. Selim'e neredeyse düşmandır. İsmet Özel örneğin III. Selim'i vatan haini ilan eder: 'Zaten III. Selim İslâm'ın izzetini gözeten bütün âlimleri tesirsiz kılmıştı.'  Demek istediğim aslında ethoscu ve pathoscu şiirin hemen yanında ethoscu ve pathoscu bir siyaset kanalı da bulunmaktadır. Ve bunlar daima didişmektedir.  


Y. Türk


PAPİRÜS, MART- NİSAN 2021, Sayı: 30


 

Dergide Osman Serhat Erkekli ve Tarık Günersel, şiirleriyle öne çıkıyorlar. Erkekli'nin şiiri, eski bir şiiri. Sanırım Ürperişler kitabından alıntı. 

İspanyol şair Miguel Hernandez'in şiirlerinden yapılan çeviriler oldukça iyi. Hernandez, şiir dili ve kaynağı yönüyle bizden Necati Cumalı'ya;  Ruslardan S. Yesenin'e benzer.

Dosya konusu ise 'Salah Birsel'. Birsel'in  'Boğaziçi Şıngır Mıngır' kitabı, bende, Abdülhak Şinasi Hisar'ın yazdıklarını çağrıştırır. A.Ş. Hisar'ın üslubu;  A.H.Tanpınar ile Salah Birsel arasında salıncak kurmuş bir dildir.

Salah Birsel, sol kesme Divan şiirini sevdiren adam olarak bilinir.  Gelenekçidir. Bir tarafında Aziz Nesin diğer tarafında Asaf Halet Çelebi  ve Hacivat - Karagöz  durur.  


Y. Türk

9 Mayıs 2021 Pazar

U-

 

Şimdi Allah'ı anlatan sarı kağıtlarımda önce Zeynep'i  anlatırdım. Allah, aşkımın mimarisine malzemeyi iki yerden gönderdi. Gökten kendi aşkını yerden de Zeynep'i verdi. Bu, bir teknik değil; rahmetti.

Karşısına Tanrı çıkma ihtimali bekler sevdiğini iyi aralayan her erkeği. Değil mi zaten aşk kitabı böyle yazıla gelmiş dünyanın ıssızlığından beri. Elif ki, bizi bir eliyle alırdı diğer eliyle Allah’a verirdi. Elif, Eski Asya’da berrak dağ ve ovalarda sevilmiş yarin adı. Onu sevmekte namaz tadı gibi bir şey vardı. 

Aşık olduğumda Nuh’un gemisine adımı yazdırmışım gibi bir duygu hissetmiştim içimde. Sular üstünde sıla sıla gitmiştim de.  Onu sevmek sevaplar kadar güzeldi. Gözleri, cennetin sokaklarıydı. Yakardı ışıklarını, öylece bakardı.

Ona yanmak bana heyecan verirdi. Şehrin posta kutusuna, bizim için ayetler bırakılır gibi güzel ve diri yaşardım. Kente can verirdi bu duygu. Toprağımı Yasin'in, Fatiha'nın çapası kazardı. Hayat ağacımın dalları göklere değecek denli uzardı.

Alınmamış kızların ardından dağlar gelir. Nereye gitsen içinde bir Mirabeau köprüsü oluşur. Altından sular akar akar.

Zeynep'in terki bile güzel olur. Kavuşamamak da bir selamdır, alınmalıdır. Selam alınınca fark edilir: İçinizdeki kuşlar Zeynep'ten havalanmışlardır, yediler kırklar sanatıyla yoğrula yoğrula esma-ül hüsna'ya doğru yola koyulmuşlardır. 


Y. Türk


U-

Yazı- zihnim: Gök kesimli mimari gibi. Gayb desenli.  Ama hayat gibi de emeğimin, elimin işi. Konuşurken üstünde daha çok dinin ağzı var: Bu, ondaki kader. Gaybı sever çünkü o müziğiyle kelimelerimi şıralar. Bir ince su sesi gibi duymak ister, yazı kulağım; ezeli. Hükümden çok tat söylemesi bundan.

Nasıl desem yazı-akıl tipimi. Dünyanın ilk yapılmış evi gibi. Yoksa içine girmezdim. Amaya benzer bir yapı. Gözler kapalı. Derinliğine, sonsuza dek yaymış ışığını. Uzun bir içi var. Sanki sonsuzluk sokağı. Önümde ufkumun mecazı var, insan fıtratının da  hesabı.

Zihin: İnsandaki akla bir vefa. Tecelliye güzel bir arsa. Yaza yaza öğrendim. Hakikat bazen rüzgârda bir uğultu, bazen gün içinde bir fakirde ses oluyor.

Benim yüzüm yazı yüzüdür. Varlığımı, yaza yaza yaptım.

Yazı, kâğıda daim beyaz ve göksel inmez. Karanlık yerlerden seke seke de gelir. Zihnin kirli havası eserek girer akıl bahçene, nakış  değil kabahat işler yazı çiçeklerinin yaprağına. Hani omuzda yazan melekler bir umut bekler bizi. Ben de böyle yazmam kimi.

Severim yazının bir kendilik hali olarak gökselliğini, beyazlığını. İnsin isterim kağıdıma Allah'tan aşağı.  


Y. Türk

U-

Şairdim.  İlham için şah damarın avlusunda Tanrı'yı beklerdim. Trajedim ve neşem, kendisini yıllarıma ve çabalarıma dağıttı. Ben de acı ve sevinçleri yaşıma ve emeğime göre derdim. Fark ettim, güzel yazının hayatı da güzel oluyor. Doğrular; keder ve esenlikte, nerede olursa olsun al allar. Kalemim, özüm üstündeki küreğim. Tanrı'nın acı tatlı tecellilerini topladım. Ömrüm: öze, doğaya, Kur'an'a bakma durağım. Bu üç yerde çok bekledim.

Yaratı karşısında kimileri yandı, ben üşüdüm. Kutup soğuğuna benzer, derler bana. Aynı yerleri yürürüm başım önde günler, aylar, yıllarca. Bitmeyen çağrıların bitmeyen buzulunda. Buz okur, buz yazarım kimse soğuğundan okuyamasa da.

Tabiatımdaki: kış dini. Ve üşüten yazınım bana yuva gibi.Ve böyledir halim de ilmim de.

Şöyle bilirim şiiri: Üstte buz ama içte renge doymuş gök özü; ufuktan bakar geçmiş erenlerin ışıl ışıl yanan gözü. Kar altında bir kün yaylası: Dağı, yeşili, ruh kekiği... 

Ama artık bir yerden sonra yoruyor insanı dünya halleri ve şiir hayalleri. Diyorsun, tabiî artık ölüm ısıtır bizi. Bilirsin, asıl: tıngırtısı dünyaya düşen bir gökçe fasıl.

Bunlar, dünyanın en güzel şeyi kırgınlık sesi.  Göreceksin ki dünyanın en kristal cemiyeti de cenaze merasimi. Kıtır kıtır kırılmıştır nice şair ümitleri. Yaratmak için emek verdiğin onca metaforun düşünürsün cenazene geleceklerini. Kalır bedenin ve dizelerin  musallada anasız insanların sözleri gibi.

Ee zaten insan,  yerin yetimi. Tamam, insan çokça zalim; kuşlar hep iyi.  Tamam, dünyada nankörlüğe doyduğun Tanrı’ya koşa koşa gitmenden belli. Ve ölüm öncesi,  hayata karşı tokluk da iyi. Ama unutma Allah geride kalan güzel dizelerin ve yazıların da velisi. Gam yeme emi.


Y. Türk


3 Mayıs 2021 Pazartesi

U-

 

Erişmek ister her lisan, şerefeden ses vermek gibi bir hayale.  Ölümde bile.

İnsanlar dünyada gurbet milleti, sela da onları evrenden uğurlama sesi. Er kişinin kaydını dünyadan silme merasimi.

Bu yüksek ezgiyle anlarız, gurbette ve vedalarda Allah ortaktır derdimize. 

Selada öyle bir şey var ki, en hissiz  insanın  bile gözündeki yaşı nacakla kesip koparır.  

Sapanca’da, Toroslar'da,  Rize’de her yerde ölünür. Allah'ın bir evinden diğer evine gidilir. Ölüm, gözleri sulandıran bir ayet gibidir.

Ve dilerim  ölüm, ahiretin bizi bir çeşit fetih mimarisi olsun; canımızı değil gönlümüzü alsın. Yani bu hüzün kütlesinin içinde gizli ve neşeli akan bir nur şeridi olsun.

Her selada kün'ün taburesine oturur, varlığı düşünüp izlerim: İnsanı, karıncası, kelebeği dünya üstünde birer ömür isimleri. Hiçbir varlık yeryüzünde ebedi bir yuva kuramadı ki. 

Bana gelince derim: Yaşlanıyoruz, yaklaşıyoruz köklere. Adem'e, Havva'ya; Elesti Bi Rabbiküm'e.  Yasin hacmindeki o göksel güneşli günlere. Yoksa neye yorulur bu yaşlı kemiklerdeki cevr içre ışıklı neşe. Bekliyoruz yeni bir hayatı önümüzdeki günlerde.

Yontula yontula yonga yonga dönüyoruz işte evimize.

Hani Yunus’un bir ilahisi var. Ezgiye arada bir Allah da bir sesle katılıp çıkmış  gibi. Böyle izler var insanın salatının ve hayatının içinde.  İnsan bir ömür o tatlı ve şıvgın  izleri sürmekte. Yani zaten insanın bohçası elinde. Diler, Allah'a gitmenin hoşça bir biçimini.  İster ki bu hayat oyunun bir akşamı anne sesiyle ahretten çağırsınlar kendisini. Doymuştur, kalmak istemez ne güne ne geceye. Sadece kınına girer gibi girmek ister cennetine.


Yeprem Türk


2 Mayıs 2021 Pazar

Kierkegaard ve Felsefî (Etik) Varoluş

 


Soren Aabye Kierkegaard: Danimarkalı düşünür, teolog, varoluşçu. Beni etkileyen eseri Korku ve Titreme olmuştu. Cahit Zarifoğlu'nun şiir kitaplarından birinin de adı: Korku ve Yakarış. Ve ikisi de farklı boyutlarda olmak üzere mistik. Lafı şuraya getireceğim. Modern yazınımızda Batılı mistiklerin önemli bir etkisi var. Onlardan isteyerek ve severek besleniyoruz. Örneğin H. Bergson, B. Spinoza ve Kierkegaard gibi düşünürlerin son yüzyıl yazınımızdaki tesiri gayet yüksek. Bunun öncesi de var tabiî. Bin yıl önce Farabî ve İbn-i Sina gibi filozoflar da o zamanki Grek düşüncesi içindeki mistiklere yöneldiler. Nihayetinde Platonizm de bir mistisizm çeşidiydi.

Kierkegaard'ın üç bireyi var. 1. Etik Birey. 2.Estetik Birey. 3. Dinî birey.  Daha doğrusu ona göre insan, varoluşunu bu üç alanda yaşıyor: Etik alan. Estetik alan. Dinî alan. Kierkegaard, estetik bireye bir yönüyle Platon gibi bakıyor. Estetik bireyin varoluş tarzında eğlenceye, oyuna ve zevke  düşkünlüğü nedeniyle bir zayıflık buluyor. Aslında Necip Fazıl da bu fikre 'Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış, marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış' diyerek şairane bir atıf yapmıştı. 

Kierkegaard'da benim asıl dikkatimi çeken şey, onun etik birey (etik varoluş) ve dinî birey (dini varoluş) sınıflaması oldu. Kierkegaard, etik bireye örnek olarak Sokrates'i ve Agamemnon'u verirken dinî varoluş için de Haz. İbrahim'i gösteriyor.  Sokrates'in ve Agamemnon'un etik alanda kaldıklarını, büyük bir sınanmayla varılan dinî alana geçemediklerini söyler. 

Etik ve dini olan ayrımı beni yine bin yıl öncesine götürdü. Sokrates ile Farabi bu ayrımın neresindeydiler. 

Farabi'ye göre din, soyut- kavramsal niteliğe sahip olan felsefenin insan hayatına dokunmasını ve onu şekillendirmeyi amaçlar ve dinden öncededir. Soyut ve kavramsal niteliğe sahip olan felsefe,  Kierkegaard'ın düşünce sisteminde etik varoluşa dönüşüyor aslında.  Vahye dayalı hayat anlayışıysa dini bireyi, dinî varoluşu ortaya çıkarmış gibi. 


Y. Türk