25 Ocak 2019 Cuma

AHMED YESEVÎ



Kader bakımından, Tanrı’nın ince deri üstüne yazdığı acayip bir yazıydın. Berraktın, epiktin, samimiydin. Kalbine oku geçirir de mal mülk sevgisini geçirmezdin.

Sarı renk medeniyetimizde fâniliktir.  Sen kabir sarısını anlattın. Yunus dünya sarısını...

Kalbimizin ilk büyük, ulu Türkçesi Yesevî’dir.

Lisanda yalan ve retorik; sözün tabiatına onun yüzünü kızartacak kadar aykırıdır, düsturu dilimize ondan kalmadır.

Sesin; fikirlerini, sevgilerini  alırdı giderdi, kulaklara dolardı, bu, öyle sıradan, doğal, derin olurdu ki, ne denirdi?

Adın geçince, söylese de doğrudur kalbim: Bu durumda ben sana kan kırmızı rengim.

Aşkın içimizde yaptığı akınlara kumandanlık ettin.

Bir eren, bir şair olarak şiirlerinin gizlerine o derin sılanı sakladın.

Aşkın çeşitliliği insanların çeşitliliği ile başlamıştır. Aşkın daha nice çeşitliliği yaşanmamıştır. Gelecek zaman erenlerini müjdeledin.

Sen ve erenlerin, değil elbet bize uzaktan platonik ve otantik tanıdıklar.

İçimizden geçenler, sevdiğine kına gibi vurulanlar. Yolunda gitsin diye yaşamak, bir mendil olup kalplerin pislenmiş yerlerini gezenler, oraları ak pak edenler.


Y.T.

24 Ocak 2019 Perşembe

ŞEYH EBU BEKİR ŞİBLİ



‘İlmin dili ibâre, mârifetin dili işârettir.’

Ey Şibli, yeryüzünde ne de gök gibi bir erendin. Eğer Tanrı karaya bağlamasaydı seni, durman imkânsızdı. Ahret hayatının dünyadaki bir kıvılcımı gibi yaşadın.  Mekâna bağlanmak istemedin. Ondan yerleşik bir ahenk bir kalıp da almadın. Ya aşk ormanında bulurdun kendini, aşkın kuş ürünü sesleri gibi ya karakollarda ya da seyahatlerde. Bu yönüyle âşıkların uç köşesiydin. İlahî sevdanı ironiye buladın. Elinde tutamasın beni yaşamak, der gibiydin, ancak dünya bilgisinin yüzünde de gözle ihtar: kaşın kaldırdığı taşlar, vardı bildin.

Sözünü ki hem tüllü hem gerçek kurdun.

Bu yordamla dünyaya bir Hallac vedası etmekten kurtuldun.  'Hay halindeki dil kemiklidir, ince bir zarla örtülmelidir, yoksa kırılır’ iması halindeydin.

Gam mı? Senin için neydi ki? İlahî nur, durmadan gam kavlattı sende. Yerde alev gibi kıvrıldın, savruldun, bendini yaktın. Umduk ki ateşte perde perde açıldın. Sonunda dipteki serinliğe vardın.

Sen ki toprağa düşten, hayâlden düştün; tekrar düşe, hayâle çekildin.

Seni çok kezler düşünüyorum da; senin divane gönlün, benim deli kalbimin dedesidir, diyorum.

Y.T.


23 Ocak 2019 Çarşamba

BİŞR-İ HÂFÎ


Ey yalnız eren. Kimsesizlerin piri. 

Aile değil mi bir toplumun en küçük yaşam birimi? Ama biz yalnızlarınız. Bizim de ailemiz: Erenlerimiz, pirlerimiz, seslenince gelen meleklerimiz.

Bize, biz düştü. Yunus, sen, Tabduk, Hallac düştü. Gönlüme gönlünden, meşrebime meşrebinden, ahengime kalıbından düştü.

Dışarıdan bakan der ki bize: ‘Bunların ayrılmaları ve kavuşmaları yok hiç kimseye.’ Onlara göre yalnızlık, felç olmuş bir bilgidir, neredeyse. Oysa güçlü gök hayvanlarının kanatları gibi hülyamız var, uçmaktadır, o ulu kimseye.

Ocağımızda ulu ariflerin kıymetiyle su gibi  akarız. Ebu Zer, sen ve biz; amentü’de bir meşrebiz.  

Etle, kemikle benlik türbesinde taşlarız. Zamanla el ele  gideriz. Vaktin sözü, aşıkların özü gibi doğru olur, biliriz.

Tabiatta kendini sergilemeye bir vakit, bir neden bulamamış çiçekler benzeriyiz.

Kalbini düşünüyorum da şimdi. Neler olup bittiğini senin de tam bilmediğin o uhrevi kabini. Bazen senin de yüreğin göğüsten ayrılıyor uzaklaşıyor muydu, nurdan birileri onu ayaklarına geçirip gitmiş gibi. Melek ayakkabısı benzeri.

Çağımızda yalnızlık mavzer gibi patlıyor. Şeytan eksik kalan planını burada tamamlıyor. Yalnızların içine girdiği alana mayın döşeniyor.

Oysa Rab’bim kimsesizlere nasibini, ihtarını uykuda dağıtıyor. Bu da bir bilgidir, kalbi Malazgirt Zaferi boyutunda sessizce atıyor.

Ve her güzel yalnızlığın taş plağında iğne olarak bir eren geziyor.



Y.T.

22 Ocak 2019 Salı

TABDUK


İlmi, yürek gibi bulanımız; duygu gibi söyleyenimiz, yazanımız.

Konuştuğu bilgi, ellerden tutardı. Yaralanmışın yarasına ışık gibi akardı. Bedende ve yürekte, bilmelere alabildiğine kapı açardı. Vücut ve ruhu ulu bir ahenkte buluşturdu. Âşıklara, ‘oğlum, vücudundan da haberin olsun. Senin bilmediğini beden de bilmesin’ der gibiydi.

Kapısında Allah’ın âşıkları vardı. Nedendir, kader, onları her daim kırardı. Dilerdi ki herhâlde erenler böylece derin yaşar, derin duyardı.

Kırıla kırıla kırılmaya itirazları, isyanları kalmadı.

Bir aşıklık geleneği, damarı tarihe çıkıyor, geleceğe doğru yol alıyordu. Bir daldı ki, üç vakit geçmeden, inkar üzere kırılmasındı.

Bünyelerinde sürekli ahreti selamlayan büyük bir oran vardı.  
Bu nispet en çok Yunus’ta göründü. Yunus’un şiiri şol cennetin ırmakları gibi geldi. Yunus’un kelimeleri aşkın gökleriydi,  lisanımıza giriş yapan dilleriydi.

Tabtuk’un âşıklarının çehresi öyle derindi ki.  Kalplere serin sular gibi girerdi.

Evrendeki ağız ve kulak bulamamış haberler gibi bakarlar, gönüllerindeki ışıklarla evrene dağılırlar, tenlerinin epriyip eskimelerini hiç umursamadan yaşayıp giderlerdi.

Yeprem Türk


AFRİN’İN TOPRAKLARININ VE HİKMETİNİN KURTULUŞ YIL DÖNÜMÜ



                                                                                                                                                    20 Ocak

Afrin şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.


Bireysel olarak yaşadığımız son yüz yıllık yozlaşmalar, coğrafyayı da etkisi altına altı. Genelleşti. Maneviyatını çürüten insanların, şehirleri de ülkeleri de parçalandı. İnsanın anlamı yıkıldı, ulu irfanlar ve hayat felsefeleri de dağıldı.

Bir adem olarak, insandaki sonsuzluk duygusunu ve berzah hissini hep önemserim. Meadik duyuş da denebilir buna. Çünkü bu ilgilerin yitiren toplumun önce berraklığı sonra da adaleti kaybettiğini, kaosa ve nihilizme sürüklendiğini gördüm.

Eski İslam hukukçularına göre bir millet meadik bilgiyi yitirdiğinde nedensiz eylemlere yönelir ve toplumda hukukta adalette gerilemeler olur. Kaotik bir hayat dalgası baş gösterir.

Benzerini Çinli bilge Lao Tzu da söylemiştir. ‘Sonsuzluğun bilinmesi berraklık demektir / Sonsuzluk bilinmezse, kargaşa ve günah gelir.

Son yıllarda Türkiye, bu temelde, iğdiş edilen insanın anlamını tekrar kurmaya çalışıyor. Etrafındaki yörelerde eşref-i mahlukat olan varlığa, siyasetiyle, ekonomisiyle, güvenliğiyle, adaletiyle hakiki bir alan açmaya uğraşısı veriyor.

Kaotik ortamları silip, onun yerine sadeliği ve saflığı getirmek Türkiye irfanının en büyük derdi.

Afrin bu aşamada önemli bu sürecin başlangıcı. Terör örgütlerinden ve yabancı işgalden arınan Afrin’de hayat normale dönüyor. Ve bugün Afrin’in yaşama dönmesinin birinci yıldönümü. Milletimiz ve devletimiz, mecliste, bu günü Afrin’in kurtuluş yıl dönümü günü olarak  kutlamalı.

Y.Türk

HİKEMÎ SİYASET


Yüzyıl önce İslamcı siyaset, coğrafya üzerinden ilerliyordu. Toprak parçalarının işgalci güçlerden arındırılması, bu siyasetin bünyesinin yüzde doksan dokuzunu kaplamıştı. Bugün Müslümanlar, siyasette yeni bir aşamaya geçtiler. Hem İslam topraklarını Müslümanların yani gerçek sahiplerinin yönetmesin için hem de bu coğrafyanın irfanı ve hikmeti adına mücadele ediyorlar.
Bu tür siyasetin yanında,  Hikemî Siyaset tarzına da geçtiler.

Yani kadim insancıl siyasetin kültürünü ve irfanını ortaya çıkarma peşindeler.

Bu anlamda ilk akla gelen deneyim modern anlamda Milli Görüş siyasetidir. İkincisi ise Nahda Hareketi’dir.

Aslında ikisinde de ezber yok. Ancak temel siyaset felsefeleri her zaman var. Ve bu felsefe çoğu kez pratiklerle olduruldu. Doğrusu, bu tamı tamına bir İbni Halduncu siyaset yordamıydı.

Raşid Gannuşi, bu anlamda, günümüzün siyasetinde epey konuşulan ve bunu da hak eden bir isim. Ve onu günümüzün politikayı ihya eden pirlerinden biri olarak görmek gerekir.

Bugün İslam toplumlarında güdülen Hikemî Siyaset tarzı, içindeki çeşitlilik ve zenginlikle Batı’nın politik deneyimlerinin çok daha ötesini ve gelişmişini vaat ediyor.

Y. Türk

20 Ocak 2019 Pazar

KIRK ERENLE DERTLEŞME KİTABI’NDAN

YUNUS


Ey Tapduk, ey kök erenimiz, senin Yunus’un, bizim Yunus’umuz. Aşıkların içinde ısındığı abamız. Çınar da Yeprem de hakka kabuktur, diyenimiz.

Yunus ki topraklarımıza insandan lambamız.

Solmak, renklerin göçü. Faniliğin de gücü. Ölümü biriktirir. Renklere, toprağındaki çadırı söktürür. Her çadır sökende bir kıyamet duygusu belirir.

Ama bu durum Yunus’ta sakin durur. Yer kalmadıysa gök var, denir.

Ey Tapduk, Yunus’un Yunus'umuz. Ölmeyi öğrendiğimiz.

Asırlar önce bu ulu kişi, yaşlı bir hasta idi. Hasta yatağında bellemeye devam ediyordu Allah’ı ve seni. Melekler dolduruyordu baktığı yeri.

Yunus, erendir derilir, Muhammed’e varılır, Hakk'a ulaşılır.

Yunus’umuz yağmur sonrası, yapraklar gibi toprağımıza şıpır şıpır damlayanımız. Durmadan aşka ‘göğse geri dön’ diyenimiz.

Kaç aşıkta böyle yanık bağır var, söyleyiniz.


Yeprem Türk