2 Şubat 2019 Cumartesi

NİYÂZÎ-İ MISRÎ


Aşk tarihinde, üç türlü eren görülür, gönlüme. Aşk gelirken örtü üstüne örtüye bürünenler: Ahmet Yeseviler, Yunuslar. Aşk geliyor, diye kavlayanlar: Hallaclar, Bistamiler. Kavlamakla bürünmek arasında gezinenler: Şibliler, Mısrîler.

Mısrî, erenlikte, tarih içinde halli bir aşk çıkını. Yarı açılmış yarı kapalı.

Sanki daha açılsa bu çıkının koynuna girecek yılanda bıçak gibi parlayan zehri görecek. Diğer yandan deseler ayak bastığı yere ‘burası Tanrı huzuru ahret’, gönlüyle hemen ak pak kavlayacak.

Bu yüzden yaşadığı şehirler, bütün hüznünü ona taşımış. Daim hüzün bakmış. Ve bu manzara, son nefese kadar gözlerinin sırtından inmemiş.

 Yorsa da âşıkları dünya, aşk, taze tariflerini, yaptırır onlara. Mısrî de ima eder ki tarafıma :‘Aşkta insanı bir yaşa koyarlar, kesilmez bu, yaşama doysan da’

Değil mi ki, çağımızdadır da kulların aşka ekonomik ya da ideolojik don biçme hakları. İnsanın haktaki haksızlıkları.

Ve gönüllerin, doktrinlere ve ceplere sığmıyor hayatları.

Mısrî, aşk haritasında bir Yunus yöresi. Osmanlı ereni. Kalbimin şehrinde Aşk, göğüsteki ulu emektir; kıymetli, iri ve diri; aşksızlık: haksızlık iyi gelmez gönle, der gibi gezen biri.


Yeprem Türk