Dense de, eda: cümlelerin
kostümleri. Düşünüyorum da o kadar eren ile seni. Fark yok, kişilik dışında
kelam edişinizde o ak başlangıçtan beri. Hallac, Yunus, Şems, Mevlânâ, Hafî...
bekanın dünyadaki mavi, sarı, kırmızı... düzlemleri. Bazı erenlerin sözü,
leblebi gibi, bazılarının sıcak çikolatalar gibi dökmeleri...
Her meşrep, aşkın bir yorumcusu.
Böyle de olsa ey irfan erenleri! Dünya günlerinin cuma gibi geçenleri!
Erenlerin en büyük özellikleri
sevgide sahabelerden sonra gelmeleri. O’nu, imkânı kalmamış dünya gözüyle değil
kalp gözü ile görmeye gitmeleri. Bu açıdan Veysel Karanî değil mi, erenlerin
ilk örneği.
Sezgi, bilginin çatısında gezen
tıkırtı. Bilimin bilinme emeli, cama vuran kanadı.
Ancak Veysel’in içerden hissetme
arzusu, kapıyı dışarıdan çaldırmadı mı?
Peygamber kokusu, elinde zarf gibi
açılmadı mı?
Temiz
havalar gibi.
Medine’den
getirdi de Veysel’in özü, Medine’ye götürmedi mi?
Nasıl?
Neyi?
Bunu
öz’lere çok söyledi. O Saf sevginin dili: İnsan, candan dilemeli.
Veysel’in sözleri ve halleri,
insanlığa sonra da gelecek erenlerin muradını tümledi.
Veysel, uzaktaki evinin penceresinden Peygamber
otağı yönüne hep özlemle bakan biri. Veysel, canın aşka hatır durduğu günlere
geçirir beni. Veysel gönül tarihimizin en güzel yeri.