15 Mart 2018 Perşembe

DEĞİNME




 
Bu aralar, Divan şiirini, aşağı yukarı, öne çıkan şairler itibariyle okudum sayılır. Ancak bu geleneğin başlangıcı olarak Yunus kadar canlısına ve hayati olanına rastlayamadım doğrusu. Özellikle 14. Yüzyıl Divan şiirinden itibaren şiirin bir yetenek gösterisine dönüşmesi ise ilginç. Ne Fuzuli’de ne de Şeyh Galip’te aradığım hakikati buldum. Yunus’un o fikirli, hissiyatlı ve hayati Türkçesini sonraki şairlerimizin hiçbirinde göremedim. Duyguculuk ve sembolizm öne çıkmış. Belki Nabi için, bir fikir kuşanmış denebilir. Ancak o da fazla didaktik. Lale Devri ise Divan şiirine ilginç bir hava ve özgünlük katmış. Mesela şarkı türü ilk kez Divan edebiyatına o dönemde sokuluyor. Ancak aynı dönemde laik Türkçenin temelleri atılmış gibi.  Yetmiş ve seksen kuşaklarının fikirsiz Türkçesini orada aramak daha doğru aslında. Açıkçası bu şiirleri okurken yoruldum. Fikre ve gerçek hissiyata özlemim arttı. Osmanlının şair ve şiirle birlik nasıl çöktüğüne tanık oldum.

Sezai Karakoç’u bir yazımda Şeyh Galip ve Fuzuli gibi şairlerin ardılı olarak değil Yunus’un devamı şeklinde belirtmiştim. Haklıyım galiba.  Yunus ve Sezai Karakoç, ikisi de sözün ve şiirin temellerini atan iki büyük usta. İkisi de kaos zamanlarının şairi. İkisi de hayati, dirilişçi.

Yeprem Türk