

Bu aralar, Divan şiirini, aşağı
yukarı, öne çıkan şairler itibariyle okudum sayılır. Ancak bu geleneğin
başlangıcı olarak Yunus kadar canlısına ve hayati olanına
rastlayamadım doğrusu. Özellikle 14. Yüzyıl Divan şiirinden itibaren şiirin bir
yetenek gösterisine dönüşmesi ise ilginç. Ne Fuzuli’de ne de Şeyh
Galip’te aradığım hakikati buldum. Yunus’un o fikirli, hissiyatlı ve hayati
Türkçesini sonraki
şairlerimizin hiçbirinde göremedim. Duyguculuk ve sembolizm öne çıkmış.
Belki Nabi için, bir
fikir kuşanmış denebilir. Ancak o da fazla didaktik. Lale Devri ise
Divan şiirine ilginç bir hava ve özgünlük katmış. Mesela şarkı türü ilk kez
Divan edebiyatına o dönemde sokuluyor. Ancak aynı dönemde laik Türkçenin
temelleri atılmış gibi. Yetmiş ve seksen kuşaklarının fikirsiz
Türkçesini orada aramak daha doğru aslında. Açıkçası bu şiirleri okurken
yoruldum. Fikre ve gerçek hissiyata özlemim arttı. Osmanlının şair ve şiirle
birlik nasıl çöktüğüne tanık oldum.
Sezai Karakoç’u bir
yazımda Şeyh Galip ve Fuzuli gibi şairlerin ardılı olarak değil Yunus’un devamı
şeklinde belirtmiştim. Haklıyım galiba. Yunus ve Sezai Karakoç, ikisi
de sözün ve şiirin temellerini atan iki büyük usta. İkisi de kaos zamanlarının
şairi. İkisi de hayati, dirilişçi.
Yeprem Türk