30 Eylül 2017 Cumartesi

&

İbni Haldun’a göre, ümran yaşamını ve bilgisini temsil eden istikrarlı ve yaşlı devletin dağılma çağı başladığında uzak valiler veya unsurlar aynı yapıyı aynı medeniyeti ihya edecek yeni bir devlet kurar. Ve bu devlet zamanla güç ve şevket kazanır.

Bir bütün olarak medeniyetimiz, Osmanlının dağılma sürecinde de aslında buna benzer durumla karşılaştı. Büyük bir medeniyeti taşıyan ana unsur çöktü ve İslam coğrafyasında bu derin ümranı, medeniyeti sırtlayıp taşıyacak ve ihya edecek bir yapı, bir devlet ortaya çıkmadı.  Emin olun, eğer bu derin geleneği sindirebilecek, tekrar sil baştan inşa edebilecek bir devlet vuku bulsaydı, bu yapının merkezi unsuru Kürt veya Arap olsun fark etmezdi, milletimiz o yapıya dahil olacaktı.

Ancak bu süreç içinde böyle bir göreve namzet devlet ortaya çıkmadığı gibi Ümmetin sorunları daha da karmaşıklaşıp çoğalmış, coğrafyamızda zulümler de artmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana zorla uyutulan Türkiye,  sadece Türkiyelilik adına değil bu büyük geleneği ıslah etmek ve geleceğe taşımak adına silkelenmiş, gayret etmiş, kuvvet kazanmaya çalışmıştır.


Yeprem Türk