İbni Haldun’a göre, ümran
yaşamını ve bilgisini temsil eden istikrarlı ve yaşlı devletin dağılma çağı
başladığında uzak valiler veya unsurlar aynı yapıyı aynı medeniyeti ihya edecek
yeni bir devlet kurar. Ve bu devlet zamanla güç ve şevket kazanır.
Bir bütün olarak medeniyetimiz,
Osmanlının dağılma sürecinde de aslında buna benzer durumla karşılaştı. Büyük
bir medeniyeti taşıyan ana unsur çöktü ve İslam coğrafyasında bu derin ümranı,
medeniyeti sırtlayıp taşıyacak ve ihya edecek bir yapı, bir devlet ortaya
çıkmadı. Emin olun, eğer bu derin
geleneği sindirebilecek, tekrar sil baştan inşa edebilecek bir devlet vuku
bulsaydı, bu yapının merkezi unsuru Kürt veya Arap olsun fark etmezdi,
milletimiz o yapıya dahil olacaktı.
Ancak bu süreç içinde böyle bir
göreve namzet devlet ortaya çıkmadığı gibi Ümmetin sorunları daha da
karmaşıklaşıp çoğalmış, coğrafyamızda zulümler de artmıştır. Kurtuluş
Savaşı’ndan bu yana zorla uyutulan Türkiye, sadece Türkiyelilik adına değil bu büyük
geleneği ıslah etmek ve geleceğe taşımak adına silkelenmiş, gayret etmiş,
kuvvet kazanmaya çalışmıştır.
Yeprem Türk