Milletimizin içinde yetiştiği,
beslendiği, beslediği bin yıllık bir İslam ümranı, geleneği vardır. Ve bu
geleneğin ana taşıyıcısı Osmanlı Devleti iki yüzyıl öncesinden aşama aşama bu
yeteneğini kaybetti. Bu da ortaya aynı ümranı hangi yapı taşıyacak sorununu ortaya
çıkardı.
Neredeyse Cumhuriyetin ilanının
yüzyıl öncesinden inşa edilmeye başlanan Türkiye aynı yapıyı, ümranı taşıma
maksadı güdülerek kuruldu. Aslında bu amaca matuf akideler, duygular, ontolojik
unsurlar Kurtuluş Savaşı’nın da temelini beslemiştir. Buraya kadar da Osmanlı’dan kalıp da şarka doğru parçalanan milletimiz bu hususta Anadolu ile el birliği etmiştir. Ancak yeni rejim
kurulunca işler başkalaşmış, Ankara’daki günün rejimi, Anadolu ile şark
arasına kalın duvarlar örmüştür. Bu istekten,
bu başarıdan onları soyutlayarak dışlaştırmıştır. Bu, doğuda Türkiye’ye büyük umutlarla bakanları küstürmüş, hayal kırıklığına uğratmıştır.
Ve Türkiye ara ara Adnan Menderes ve Özal ile bu tavrı bitirmeye kalkmışsa da
bu durumun tükenmesi 2000’lere taşmıştır.
Yeprem Türk