4 Ocak 2014 Cumartesi

DEĞİNİ



İlk sayımızda, ilk söyleşi konuğu Mehmet Habil Tecimen’dir. Konu ise şair ve devlettir: Büyük Devlet Olma Şuurunu Şair Verir.  İlber Ortaylı’nın bir televizyon programında söylediği ‘şiir devlet kuramaz, şair bu tip işlerle uğraşamaz’ cümlesi çerçevesinde, ona cevap olarak gelişti sohbet. Cumhuriyet lafzını ilk kullanan kişinin bizde Namık Kemal olduğu da hatırlatılmalı bu arada. Söyleşi bu konulara ışık tutuyor. Gerisini dergiden okuyabilirsiniz.  Habil Tecimen’e gelince, Tecimen altı yıl Amerika’da kalmış, eğitim görmüş, bu konuları doğu ve batı okumalarıyla çok yönlü kuşatan bir birikime sahiptir. Türkiye’de gerçekten sayılı entelektüellerden biridir. Üç dile kuvvetli derecede hakimdir. Onunla bir saat oturup konuşmanız, bunu anlamaya yeterlidir. İşini bilenleri edebiyat dünyası pek merkeze taşımadı son on yıldır.  Bu da pek çok kayba yol açtı. Ortamı çoraklaştırdı. Mehmet Habil Tecimen, Kuruluş dergisi adına önemli bir keşiftir. Paramiliter edebiyat, doğunun  ve batının bilgi ve kültürünü yorumlama açısından bütüncül bir kafa yapısına sahiptir. Bizim için önemli bir üstattır.

Kuruluş’un ilk sayıdaki tavrına gelince ise şöyle konuşabiliriz. İnsanı bir göğüs darlığı kapladığı zaman, eskiden mağaralara gidilirdi ya da dağlara çıkılırdı. Yunus Emre, Karac’oğlan gibi birçokları soluğu dağlarda aldı, bu yüzden.  Kimisi mayasını dağların temiz havasıyla tazelemek için çıktı dağlara.  Kimisi de tekrar inmek için. Kimi de kendine hayat hakkı tanımayanları protesto etmek için. Kuruluş ise Doğu insanın durumuna çok acımıştır. Paramparçayız, bilinmiştir.  Kuruluş, bu bağlamda hem bir çıkma hem de bir inmedir.

NOT:  M.D. şiir kitabı, ilk sayımızla beraber dağıtılacaktır. Derginin ekidir. Salı günü dağıtıma verilecektir.


Y.T.

16 Aralık 2013 Pazartesi

MİNYATÜR RUHLULAR DİYARI: CUMHURİYET

Cumhuriyet için hep söylerim. Gerekirse bir kere daha söyleyelim. Cumhuriyet denilen rejim, mayası icabı  evvelinde de ahirinde de tek kişiliklidir ya da tek şeritlidir. Nesebine tek bir bağla bağlanılabilen bir ailedir de çoğu kez cumhuriyet. Tek fıtratlıdır. Devlete dönüşmedikçe cumhuriyet, medeniyet denilen pazılın küçük bir bölümü halinde kalıyor. Doğu'daki cumhuriyetlerde yaşayan insanlar adına söylersek, hepsi bir tarafı açıkta kalan kontesler gibidirler şu an. Bu yapının içine devletçi düşünenler de Allah’a itaat edenler de sığmıyorlar. Çünkü Allah’a tam iman edenler, karakter olarak bir dünya klasiği insanlar olup çıkıveriyorlar. Belirli dönemin ve rejimin adamları değil de geniş zamanlı, zengin ve iri mekanlı insanlar yapıyor çünkü kuvvetli bir iman sahibi olmak insanı. Sonra, cumhuriyet Türkiye’sine  de Bangladeş cumhuriyetine de sığmıyor tabi  bu adam. Hatırlıyor musunuz bilmiyorum? Sezai Karakoç’un bir zamanlar şiirimiz için kullandığı bir ifade var.  Diyordu ki Sezai Karakoç, büyük ya da kalın kolonlu bir iskelete sahip bir bünyeyi daracık bir odaya hapsetmektir, günümüz sanatının işlevi (K.C). Yeni şiir de yeni insan tipi de cumhuriyette genelde bu anlama tekabül eder. Yani hayat teknik bir mesele olmaya, küçük imajların esiri sayılabilecek insanların oluşturacağı bir yere doğru gider. Etkisiz şarkılar, ucuz hesaplar, hesapçı kulluk, bir dağın arkasına aşamayan ufuk kısalmaları bir bakıma cumhuriyet tipi sistemin insan üzerinde bıraktığı tipik etkilerdir. 
Ve böylece dünyanın da insanın da her yönden ufağı öne çıkmış oluyor.  Ve minyatür ruhlular diyarı diyebileceğimiz bir yer de kendiliğinden beliriyor zaten.

Kalbi ve kulluğu yiğit, duygu ve zeka bakımından sağlıklı insanlar nereye gidiyor peki? Onlara nasıl bir muamele layık görülüyor? Onlarsa hayatın arka sokaklarına itiliyor, onlar göz önünde bulunmasın isteniyor. Çünkü göz, görür ve döller sahibini. Yani başkalarını etkilerler yahut uçucu vitaminler gibi besler bu insanlar kendilerini görenleri. Bir dervişte ya da iyi bir alimde gözle görülmeyen, ağızdan alınmadan  alınan gıdalar bulunur. Buna feyiz deniyor bizde. Bundandır cumhuriyetin tarihçesinde feyzin ve ışığın en çok parladığı yerler ara ya da arka sokaklar olmuştur. Bu yargıya örnek getirmeye gerek var mı bilmiyorum. Sezai Karakoç’un da, İsmet Özel’in de birçok dizesinde bu gerçeğe rastlanılabilir. Arka sokaklara kapatamadığı ya da tecrit edemediği insanları ise  cumhuriyet algısı, sürgün veya idam ediyor birkaç yüzyıldır Doğu'da. Rahmetli  Abdulkadir Molla da böylesi bir zihniyet tarafından şehit edilmiştir. Çünkü cumhuriyet halesi onu kapsayamamış, dünyadan dışarı fırlatmıştır. Allah gani gani rahmet eylesin.

Y.T.




1 Aralık 2013 Pazar

DEĞİNİ




Dergah dergisinin son sayısında, 285, Zeynep Arkan’a ait Muhalif Modernistin Çöküşü Enteresandır, adlı bir şiir var. Bir de Atakan Yavuz’un İmge Hakikatin Lekesidir adlı bir metni. İkisi de, biri şiir diğeri nesir olmasına rağmen bazı yönlerden kesişiyor. Eski düşünme alışkanlıklarına sahiptir öncelikle iki metin de. Zeynep Arkan’ın şiiri, şiirdeki bir tükenişi haber verirken Atakan Yavuz’un metni de eleştiri bazında bir bakıma aynı şeyi yapıyor. 
Neyi?
Zeynep Arkan neo-epik şiir yazmış. Bağırmış, çağırmış üstelik. Sürdürülebilir bir lüks nereye kadar yol üstünde melek bulup eve götüren gibi dizelerle bir zamanlar Heves dergisinde şiir yayımlayan ve şu an adını dahi hatırlayamadığımız çocukların söz kurma kumaşını hatıra getiriyor. Kendi çapları kendileriyle sınırla olan ergenlik şikayetleri sayılır bunlar, şiirden ziyade. Çünkü artık neyine göre konuştuğunun pek önemi yok, neye göre konuştuğun daha önemli.
Bir de tabi neo-epik şiirde iki ufuk vardı. Bunlar dillendirildi.Biri M.D.dir. Öbürü Kuruluş dergisinde yazıyor.  Onlardan daha önemli, daha hayati bir şeyler söyleyemez artık neo-epik şiir. Veya günümüz şiiri.  İkinci Yeni şiirinden sonra ortaya çıkan tek akım olan neo-epik şiir buraya kadar yani. Bunlar, Ocak,2014, Kuruluş, sayı 1’de.
Bu arada Tayyip Erdoğan’ı unutmamak gerekir. Şairlerin yapamadığını o yaptı.  AK Parti'den sonra bu ülkede birçok şey değişti. Ve bu değişiklik algıda, yaşamda ve şiirde farklılaşmaya yol açtı. Bir şey daha söylesem belki inanmazsınız. Son yıllarda bizde, önceki şiiri sonraki şairler ortadan kaldırmıyor. Bunu şairler yerine siyasetçiler yapıyor. Mesela son olanlardan sonra, sorayım size. Bir zamanlar Kürtçülük üzerinden şiir yazan Bejan Matur, Selim Temo gibi isimler neredeler? Kürtçülük bitirildi ve bu şairler ekarte edildiler.  Ama bu sadece bu isimlerle sınırlı değil.
Neyse.
Atakan Yavuz’un metnine gelirsek, İmge Hakikatin Lekesidir güzel bir metin. Öğretici de. İmge konusunda güzel bir yere parmak basmış. Ancak metinde geçen insanları avm’lere, yaşlıları hastanelere, hastaları kliniğe kapatan çağın bu tür işlerine Yavuz ‘büyük kapatılma’ şeklinde adlandırmış. Doğrudur. Ama ‘büyük kapatılma’ ibaresi mesela Türkçe kelimelerle yazılmış olmasına rağmen ruh olarak Türkçe bir tamlama değildir. Buna benzer birçok deyiş var Yavuz’un yazısında. Sanırım şimdilik, yapılan son Tanpınarlıklardır bunlar. Ne diyelim. Bitmesini dileyelim.



Yeprem TÜRK

5 Kasım 2013 Salı

DİRİLİŞ ve KURULUŞ

Sezai Karakoç
Sezai Karakoç’u Cağaloğlu’ndaki yerinde, Diriliş’te, birkaç kez ziyaret ettik arkadaşlarla. Her defasında bu büyük şairin elini öpmek isterdik ama kendisi her defasında buna mani olurdu. Biz de fazla üstelemek istemez, yanında biraz oturur, feyizlenir, kalkar olmuştuk ondan sonra da. Ama bütün bunlar sessizce olurdu. Çünkü onun o büyük ve derin sessizliğinin yanında kelimeler ne ifade edebilirdi ki? Karşınızdaki Mehmet Akif değildi, Necip Fazıl değildi. Bu büyüklük de böylesine farklıydı. Zaten hiçbir zirve bir diğerine pek benzemez. Ama ben yine de Yunus Emre’yle onu birlikte düşünürdüm genelde, ki hala da öyle düşünürüm. Çünkü birisi genel Türkçe diğeri de modern Türkçedir.
Geçenlerde duydum. Sezai Karakoç, Üsküdar’a Diriliş Partisi’nin bir şubesini açmış. Öğrendiğime göre iki haftada bir, bir gününü oraya hasredecekmiş. Bir sohbet falan da gerçekleştirmiş açılışta. Sohbeti İnternetten izledim, dinledim. Sohbet daha çok cumhuriyetten devlete geçiş merhalesi üzerinden yapılmış. Konuşmasında büyük bir devletten söz ediyor hatta cumhuriyetin bir devlet dahi sayılamayacağını belirtiyor. Bize göreyse, cumhuriyetler modern beyliklerdir, devlet değil. Bu, Kuruluş olarak bizim mottomuzdur. Ama işin püf noktası şu: cumhuriyetlerden büyük devlete geçişi Diriliş olarak adlandırıyor. Yani kuşakça bizim söylediğimiz şeyi Diriliş’e söylettiriyor.

Ben de açıkça söylemek istiyorum ki. Hayır üstatcığım hayır. İşin buraya kadarı Diriliş’tir, ama bundan sonraki kısmı Kuruluş’a girer. İşin bundan sonraki kısmına kafa yormak bizim nasibimize düşer. Ve kader ve alınyazısı dersek daha güzel olur biz buna. Gözünüz arkada kalmasın ama.
Yeprem Türk

DEFANS

Bir zamanlar okuyup da, adını unuttuğum bir roman var. Bilenler bilir, onlar hatırlasın. Şu an için bu romanın künyesini çıkarmam zor. O roman nerededir onu da bilemem. Ama bizi ilgilendiren özeti şu. Bu romanda bir otel var, otelin sahibi bir de oraya gelen müşteriler var. Otel sahibi herhalde orayı inşa ederken bilmeden olsa gerek, yatakların boylarını kısa yaptırmış. Genelde, oraya gelen müşteriler uzun boylu olduğu için bu yataklara sığmazlar. Ama yine de orada yatmaktan da geri durmazlar. Otel sahibi, bu uzun boylu insanların yatağa sığmayışlarını takıntı yaptığı için, gece uzun müşterilerin yataktan taşan bacaklarını testereyle kesme ihtiyacı hisseder ve de keser. Bu roman çok eskiden okuduğum bir romandı. Bir gün böyle birden aklıma düşeceğini kestirmem sanırım mümkün değildi. Ta ki Aykut Nasip Kelebek benim imgeyle şiir yazdığımı tesbit edene kadar.
 
Aslında Aykut Nasip Kelebek, tespitlerine itimat ettiğim birisi. Hala da öyle. Hatta bu güvenim katlanarak artıyor. Ama imge konusunda farklı düşünüyoruz sanırım. İmge mi metafizik mi? Ya da ne imgedir ne metafiziktir? Bunu bir karara bağlayamadık oturup konuştuğumuz zamanlarda. Bu belirsizlik böyle de sürüp gidecek sanıyorum. Çünkü bu tür şeyler daha çok şairin kendi sezgisiyle kendi adına bir anlama kavuşacak şeyler? İmge dersin en iyi metafizik şiiri yazarsın, metafizik dersin mükemmel bir imge ortaya çıkarırsın. Demem o ki şair kendi için ne karar vermişse onun üzerinde diretmeli. Ben metafizik bir düzlemde kalmaya karar verdim. Önemli olan bu.

Ama yine de Aykut Nasip Kelebek, benim imgeyle şiir yazdığımı söylemekle yukarıda anlattığım türden bir vahşete yol açmış. İmgeyi metafizikten birkaç adım geride bir şey olarak düşündüğün için, imgeci şiir yazmakla şiirimin bacaklarının ve kollarının biraz kesilmiş olduğunu hissettim. Neden derseniz? Çünkü bir kere imge ile yaşamım boyu hakikaten bir işim olmadı, bundan sonrada olmayacak. Böylesi bir beraberliği düşünemem bile. Şiirde, imgenin yerine metafiziğe yer vermişimdir her zaman, algısı vardır bende. Bir de Yunus’un imgeyle yazdığını tahayyül edemem mesela. Hakeza Sezai Karakoç’un da böyle bir şey yapmasına aklım ermez. Ayrıca Sezai Karakoç şiirinin imgeden kalkış yapılarak okunması, imgeci  olan  ikinci Yeni şairleriyle aynı grupta olmasından kaynaklanır gibi. Ki ben imgenin günümüz şiiri üzerindeki hükümranlığını İkinci Yeni şiiri etkisinden yola çıkarak Prima-nocte etkisi şeklinde tarif etmiş biriyim. Ama bunu kimse adına değil, kendi adıma yaptım. Hem şimdi böyle diyeceksin hem de kalkıp imgeyle şiir yazacaksın.  Ne derler  adama.  İmgenin yüzünü Allah ebedde de göstermesin bana.

Çünkü hakikaten imgeyle birlikteliğim olmaz. Uyak ve ses zilleriyle de yeteri kadar olur. Lezzet için değil izzet için yazmaya çalışırım genelde. 
 
Yeprem Türk

2 Kasım 2013 Cumartesi

DEĞİNİ





Zafer Acar, Sezai Karakoç Kuşağı
A. Nasip Kelebek, Bana Hayran Olsana
Tetkikçi’de bu yaz, yazdığım metinlerde, Kuruluş dergisinin ana kadrosunun belli başlı şair ve yazarlarını işlemiştim. Bunu, Kuruluş dergisi kadrosu adına Eylül’de başlayacağımız yayına bir ısınma turu şeklinde düşünmüştüm. Ve nitekim öyle olmadı. Dergiden önce, internette de olsa bir arada görünme imkanı bulmuştuk. Aslında çok önceden beri birlikte sayılırdık, fakat resmen hem görüntü hem fikir olarak bir araya gelemiyorduk. Farklı dergilerde yazmamız buna mani oluyordu veya özel bir dergi çatısı altında olamayışımız bizi böylesine dağınık gösteriyordu.  Ama sonuçta ruh ruhu çeker,  birbirine benzeyenler bir şekilde bir araya gelirdi. Bazen de toplanmak üzere olan bir kadro bir rüzgarla da dağılabilirdi. Eğer öyle olmasaydı, hayatlarında entropi’nin (çile) oldukça yer ettiği ilginç bir kuşak erken belirmiş olacaktı bugün. Arkadaşlarla aramızdaki tutkal önce inanç, sonra bu çileciliktir. Yoksa bir araya gelemez, bir şeylere tutunma gereği hissetmezdik sanırım. Çileyi bu kadar benimsemiş bir kuşaktan bahsedemezdik şu an. Üstelik bu çileden rahatsızlık duymayan bir jenerasyondan da. Zaten zamanın ruhu bunu gerektirir, başka türlü işin içinden çıkmanın mümkün olmadığını biliyoruz. Buraya gelene kadar çeşitli aşamalardan geçmiş biri olarak bu ekip, az çekmemiştir diyebilirim. Hem arkadaşlar hem de ben. Önce söyleyelim Peygamberimizin dediği gibi gariplerdeniz. Ve bu da o kadar önemlidir hani. Kitaplarımızı yayınevleri basmasa da, bazıları basıp da dağıtmasa da yardım Allah’tandır, deyip işin çaresine bir şekilde bakabiliriz. Mesela Zafer Acar’ın ilk eleştiri kitabı kendi imkanlarıyla çıktı, hakeza Aykut Nasip Kelebek’in  şiir kitabı Bana Hayran Olsana. Arkasından M.D çıkacak benzer yolla. Aynı derenin suyu sayılır, dediğim kitaplar. Hem bütün bu zorluklar bizim için  yeni bir yola  işaret sayılabilir.  Kimseye bir taş attığım falan yok.  Ayrıca burada o camia bu camia  gibi kavramlara takıldığım sanılmasın. Bunlar çoktan iflas etmiş şeylerdir. Bizim için bu ikilemler aşılmıştır. İslamcı camiada ise şair olmak, bir dergi çıkarmak eskiye nispet çok zordur. Ama belediyelerdeki şiir meclislerine girerseniz en iyi şair siz olursunuz o başka. İslamcı camia ve sağ camia gibi kavramlar da, İslamcı dergi  türünden ibareler de kirletilmiş vaziyette. Sağ sözcüğünü de özellikle bu yüzden telaffuz etmişimdir. Çünkü bizde Diriliş, Mavera, Edebiyat gibi dergiler yok artık. Şaire, yazara ve okura bakışı epey netameli olan dergiler var. Hatta kurumsallaşmışlığı ve ağırlığı altında ezilme, dışlanma riskinizin çok fazla olduğu dergilerdir bunlar. Kelli felli yani üstelik. Bir şairle bir ömür kontrat imzalamak isterler. İlginçtir bu tür dergilerde yetişen bir şairin oradan ayrılması da eti kemikten ayırmak kadar zordur bugün. Bunu denediğiniz takdirde ezilme, manevi şiddete maruz kalma olasılığınız yüksektir. Vurun abalıya denilerek defteriniz dürülebilir sonra. Edebiyat ve iş hayatında, benzeri ayrılışlardan dolayı kan şerbeti içenleri biliyorum. Gidenin arkasından kişiyi rencide eden, bir sürü asılsız dedikodunun yapıldığının da farkındayım. Giden şairi itibarsızlaştırma gayesi güdülüyor çünkü. Dergilerdeki yönetim, kötü araçlarla yapılıyor demektir bunun anlamı. İşte çileciliğin öncesi buradan başlar dergicilikte. Kurumsallaşmış, maddi imkanları gelişmiş dergilerle yarışacaksınız çünkü. Üstelik her bakımdan. Şu an için bir dergiyi ayakta tutan iki ana unsur daha önemli gözüküyor. Kurumsallaşma ve para.  Ama biliyoruz ki bu yanlış bir yoldur. İşin samimiyetini öldürür, hareketin hararetini de almaz değil. Gençliği hem tarz olarak hem de kişilik olarak kıstırması da işin bir başka boyutudur.

Yeprem Türk

28 Ekim 2013 Pazartesi

E SONRA...



Bir gün, bir yerde, bir çiftçi. Hayattaki değişimi sezer. Ve o gün sabanını artık farklı bir şekilde tutması gerektiğini anlar. Ve o çiftçi, o tarihten sonra sabanını farklı biçimde kullanır. Tarlasındaki bereketse buna binaen artar. Sonra diğer çiftçiler onu taklit ederek aynı yolla zenginliğe ulaşıp ülkelerini bayındır hale getirirler.
Yine bir gün, bir yerde, bir dokumacı. Hayatın havasından sezdiği gariplikten olsa gerek. Kumaşını farklı türde dokuması lazım geldiğini fark eder. Ve bu dokumacı tam da sırasına göre yukarı örnekteki aşamaları geçerek belli bir imkan ve sonuca ulaşır. Diğer dokumacılar da bu arada aynı şeyi tahakkuk ettirmişlerdir. Bu ülke de zengin, dört başı mamur hale varmıştır.
Bu iki ülke aslında bazı büyük imkanların eşiğinde olduklarını anlamıştır. Ancak bundan sonraki yolculukta bu iki ülke yollarını ayırma kertesine gelmiştir. Çünkü biri zenginliğini eğlence veya bir tür şehvet estetiğinde kullanacak. Diğeri de medeniyet ve değerler üzerinden harcamalara girişecektir. Akabinde ’fakat sen hayret ettin, onlar ise eğleniyorlar*’ ayeti bağlamınca iki ayrı ufuk için yola çıkacaklardır.
E sonra?
Sonrası: Sonuçta biri hayret edecek bu zenginliğe, onu bereketlendirecektir diğeri de onunla eğlenecektir. Sanırım cumhuriyet ekonomisi, yenice elde etmeye başladığı olanakları kullanma adına böylesi bir seçimin başlangıç noktasında.


*SÂFFÂT Suresi 12.

Y. T.