14 Nisan 2019 Pazar

&


Batı, Türkiye’yi iki koldan sarmış vaziyette.

Hem maddi hem manevi olarak azar azar tüketmek istiyor.

Bunun için karanlık bir militer alanda PKK’yı besliyor. Diğer yandan görünüşte parlak ve zengin ama içerikte, gerçekte oldukça ruhsuz, boş ve tehlikeli bir imajla da topluma yeni siyasi öndercikler gösteriyor.

Yani, PKK ile toprak bütünlüğünü; yeni CHP siyaseti ile de kültürel ve medeniyet bütünlüğünü parçalamak istiyor, Batı. Son yıllarda edindiğimiz İslam kardeşliğini bozmak istiyor. Suriyeli kardeşlerimizle, vatandaşlarımızla aramıza siyasi hendekler örüyor. Gerçi CHP’yi topraklarımızda yükselten güç, Batılı devletlerin katkısıdır. CHP de onlar ne istiyorsa yapmak zorunda kalıyor. Çünkü besinini ve gücünü oradan alıyor. CHP’li belediye başkanları, Suriyelilerin iaşelerini, başa gelir gelmez kestiler. İlk yaptıkları iş bu oldu. Bu, Türkiye açısından çok tehlikeli bir durum. Oysa Suriyelilerle biz, modern çağda ilk kez bir İslam kardeşliği, ümmet tecrübesi yaşadık. Ekmeğimizi, suyumuzu bölüştük. Ama yine de bunu tam manasıyla yapamadık. Bayağı eksiklerimiz oldu. Ne diyelim buna da şükür. Allah, dünya küresi üstünde bu tecrübeyi, ümmet kardeşliğini, bizlere bir kez daha yaşattı. 

CHP için, siyasette bahar havası yaşıyor, diye konuşuyorlar. Oysa ben CHP’de tam tersi bir şey görüyorum. CHP bugün kanun kaçaklarıyla, terör örgütleriyle, kirli yapılarla işbirliği içinde. Aslında bu yönüyle bir merdiven altı, underground partisi izlenimi veriyor. 




Yeprem Türk

&



Avrupa, artık Özalların, Mendereslerin çıktığı siyasi kaynağa dönüp bakmıyor bile. Çünkü oradan çıkacak politikacıların başına iş açacağını biliyor.

Buradan çıkan siyasetçilerin de buna teşne olduğunu sanmıyorum.
Avrupa için artık yeni moda; FETÖ ya da PKK gibi terör örgütleriyle iltisaklı adaylar, namzetler çıkarmak.

  S. Demirtaş ikincisine; E. İmamoğlu da birincisine örnektir.
Bu siyasetin amacı ne? Aslında halkta travmalar yaratmak ve onları politik ve varoluşçu bir anlamsızlığa sürüklemek.

İP başkanı Meral Akşener, bu travmanın ilk örneğini bize gösterdi, 31 Mart seçimi akşamı. Hem gitti seçimde PKK ile yapılan bir işbirliğinin içine katıldı hem de PKK tarafından şehit edilen bir Mehmetçiğimiz için baş sağlığı diledi. Bu, CHP önderliğinde gelişen son siyasetin ilk davranış biçimi. Bunu ise milletimizin sineye çekebileceği düşünülmemeli.


Yeprem Türk

7 Nisan 2019 Pazar

SOMUNCU BABA


Somuncu Baba, erendir; Fatiha’dan haberdir.

Hutbe’de, Fatiha’yı mâna bakımından çiçek gibi yaprak yaprak yedi kat açtı. Ve bu mânayı Bursa Ulu Camiinin temeline ruh olarak kattı.

Sanırım Fatiha, Türkçe’ye ve bu erenimize öyle derin geldi ki: Sanki akıt beni gönüllere bir şelale benzeri, dedi.

Fatiha’nın bu ulu yorumu aldı cemaati, aldı özü, kutlu sulardan, topraklardan geçirdi, gönülleri göklere yükseltti ve geri getirip Ulu Cami’nin hasırlarına bıraktı.

Halk, Fatiha’ya anlam bakımından bir sılayı rahim yaptı.

Osmanlı böylece, olmaya giden meyve oldu. Zannederim ki Yaradan da onlara istikbâllerini bir hediye gibi yazdı.

Medeniyette yeni bir sayfa açıldı.

Ki haritamızda, sonraları, erenler ve sevinçli yerler çok oldu.

Bursa o gece, bu yüce mânayla sabahladı.


Y.Türk

ŞEYH ŞAMİL



Hayatı, yeryüzüne bereketli başaklar gibi doğar.

Savaş’ın salât hali, fetihlerden nüsha olur.

Düşünün onu dağlarda, zikir sesi ve kar.

Onun için, düşmandan korkup kaçan ayak, nankörlük aletidir.

Bazen şöyle olursunuz: Önünüze kuş gibi.  Halkınızdan kanadı kırık ahlar fırlar ve Fetih suresi gibi cenk edersiniz.

Kılıcı yazıp okumuştur, fetih mektebinde. Kılıcının göklerden gelen aklı var.

Muradımızın ordusunu kurmuştur.
Fetih Suresi söylemiş, o yapmıştır.

Bu ulu eren dağ başlarında Mekke, Medine’nin Allah’ıyla gezmiştir.

Gönlü; halka yayılmış, Çeçenistan olup kamulaşmıştır.

Çeçenistan’ı silkeleseniz, dağlar ovalar dökülür ama erenimizin cesur ve mesut yüzü kalır.
Çünkü erence olanlar, kolay söndürülemezler.

Ve erenler, fani olana hak verirler. Kollarına bakan gözlerle, derler: Ey hep veren eller, bir gün sizi de verirler.


Y.Türk

24 Mart 2019 Pazar

YÛSUF EL-HAMEDÂNÎ


Zihnim ve kalbim, Horasan’ın çiçekleriyle temiz hava üzere bir araya gelirler, zikirler içre yüzünü örerler. Gözlerin, yüzünün dağları üstü güneş gibi doğunca sanki çağımızın ovalarına durmuş insanları selamlar.

Gönül ve fıtrat, tabiatı  gereği, erenlerle yarenliği murat eder.
O erenler ki ufkumuza doğru uçan kuşî sözler bırakırlar.

Şimdi buradaysalar, kaderledir, aşkladır. Kimse doğmaz gönülden gönüle yazıyla turayla, âşıklar bunu söylerler.

Yûsuf El-Hamedâni çağında aşkın ve fıkhın iki kolundan biridir.

Kapısında erenler, aşkın masum kuzusudurlar.

Hakikâte hep bir bilginin sırtına binip giderler aşk üstünde geri dönerler.

İnsanın tabiattaki yeri gibi halden hale hep seferiler.
Bilginin şelale halini severler. Aşk aşını bilgiyle harmanlarlar.

Yalan, hep uydurmak hep uydurmak derdinde; hakikâtse meseleyi bitirmek, bilirler.

Ömrü bir şükür neşesi olarak gördüler. Üzüntülerini bile sevinç yazısıyla yazdılar.

Âşıkları, göğüsteki kızgın kumlara basarlar.
Âşıkların ateşte evi var.

Bahtiyar ömürleri mum gibi yana yana kısalır.

Y.Türk


19 Mart 2019 Salı

ABDULLAH-I DİHLEVİ


Şimdi seni düşünmek: Mevlâna’dan, Bağdadi’ye; Anadolu’dan Hindistan’a yol kat etmek. Duygu çalışmak, eren okumak.

Gönlünden gönlüme beklenen nimeti indirmek. Çağından çağıma uzattığın değneğin ucundaki azığa erişmek.

Güzelliğime ve rızkıma mutlu bir hayat vermek.

***
Sevgisi göğsünün penceresinden dünyaya ak bir geyik gibi bakardı.

Bu bakış yağmur olsa, ümmete ulu yağardı.

Kimse gelmedi dünyaya piyango ile der gibi kaderi en derin yerinden yaşardı.

Bazen bir bilgi söylerdi ki bilginin içinde bir şey, yıldızları cihanın kollarıyla yukarı iterdi. Her şeyiyle bir ben var benden içeri idi.

Abdullah’tır ismi, Hindistan’dır İslam ili.

Allah’a olan sevgini besledi, suladı ve yedirdi.

Dağlarda otlar gibi oturup da dersem ‘Dehlevi’yi:
Bazen tabiatta namaz kılardı, bitkilerin de dedesi gibiydi.

Mistisizm ile tasavvufu hiç aynı bilmedi. Mistisizm, gece içindeki neon ışıklarıydı; tasavvufsa gündüz içre güneşti.

Bidat topladı Hindistan topraklarında akrep gibi, yalanın ağzını kapadı mezar gibi.

İhtiyarlık, akların defteri. Eriye azala da yazar kişi.

Yerden kesti ayağını, ölüm üzengisine bastı ahret atına bindi.

Medeniyetimiz gelecekte de yapmayacaktır heykelini, mermerini; besleyecektir ruhunu iyiliğinden ulu ekmek gibi.


Y.Türk


SARI SALTUK


Zannımca parmakları, gökleri göstermeye doyamaz idi.
Çünkü Mostar semaı , zihni, bin bir renk içinde sallayan nurlu hamaktı.

Çünkü,  zikir, yerle gök arasında gezen en görkemli fiildi.
Bilgesiz bilgi, hep ürperik hep avanaktı. Böylece, bilgiye bu topraklarda yüce bir şahsiyet kattı. Yani aslında balkanlara ilim ve irfanda bir Osmanlılık taşıdı.

Hayatı iki uçlulukla, zülcaneheynlikle inşa etti. Kutlu yarası olanlara,  acıdan sonra şeker de kalkar der gibiydi.

İnsan ağaç kadar somutken, bazen gönlüyle bir şeylere değer, titrer ve ulurdu. Duygu bakımından Kaf Dağı’nın ardındaki gizemli işlerden olurdu.

Kalpleri incitmeden, kötülükleri ellerden alır, kırıverirdi.
Yerinden su gibi kalkardı, âşıklarıyla aşağı obalara yürürdü. Yüreği, yerde bir nasip gibi gezerdi.

Musa’nın ümmi çobanı olsa, Sarı Saltuk’a belki metafizik dede derdi. Mostar ve Balkanlar, ona Allah’ın eviydi. Bu erenimiz  de önünü süpürür, temizlerdi. Ve Tanrı’nın kuzularını güderdi.

Ben onu güneş eğilirken düşündüm şimdi. Ve ağırladım, bu erenimizi gönlümde Mostar gibi, Blagay Tekkesi gibi. Sarı Saltuk, eski bir ezan gibi vakte maziden ses verdi. Zaman da güzel ağızlı bir geyik olup akşamı ot gibi yedi bitirdi.


Yeprem Türk