Zannımca
parmakları, gökleri göstermeye doyamaz idi.
Çünkü Mostar semaı , zihni, bin bir renk
içinde sallayan nurlu hamaktı.
Çünkü,
zikir, yerle gök arasında gezen en görkemli fiildi.
Bilgesiz bilgi, hep ürperik hep avanaktı. Böylece,
bilgiye bu topraklarda yüce bir şahsiyet kattı. Yani aslında balkanlara ilim ve
irfanda bir Osmanlılık taşıdı.
Hayatı iki uçlulukla, zülcaneheynlikle inşa
etti. Kutlu yarası olanlara, acıdan sonra şeker de kalkar der gibiydi.
İnsan ağaç kadar somutken, bazen gönlüyle
bir şeylere değer, titrer ve ulurdu. Duygu bakımından Kaf Dağı’nın ardındaki
gizemli işlerden olurdu.
Kalpleri incitmeden, kötülükleri ellerden
alır, kırıverirdi.
Yerinden su gibi kalkardı, âşıklarıyla
aşağı obalara yürürdü. Yüreği, yerde bir nasip gibi gezerdi.
Musa’nın ümmi çobanı olsa, Sarı Saltuk’a
belki metafizik dede derdi. Mostar ve Balkanlar, ona Allah’ın eviydi. Bu
erenimiz de önünü süpürür, temizlerdi. Ve
Tanrı’nın kuzularını güderdi.
Ben onu güneş eğilirken düşündüm şimdi. Ve
ağırladım, bu erenimizi gönlümde Mostar gibi, Blagay Tekkesi gibi. Sarı Saltuk,
eski bir ezan gibi vakte maziden ses verdi. Zaman da güzel ağızlı bir geyik
olup akşamı ot gibi yedi bitirdi.