19 Ocak 2018 Cuma

&


Yazmak, yaşamı emen bir sünger ve onu kağıda damlatan bir kalem demektir bende. Abartmam yazılanları, hayatın inceliği üstünde kalsın isterim sözlerimin böylece.

Felsefem, bitkilerin de dilinden anlayan bir lisandadır. İnsancadır. Dengesiz her düşüncenin bir gün mutlaka ya trajediye ya komediye dönüşğünü gördüm, bunu da bilirim öylece.

Ve zulmetmem, moda tabirlere uyup da, kadim insanın kadim ölçeklerine alışş dilime. Çağımın çoğu şeyi güvenli değildir, bunu çok söyledim kalemime.

Lisanımın ağzı olmadı hiçbir zaman güzel sesler mezarlığı. Yaşayan güzelliğin yaşama kudretiyle büyülemek istedim laflarımı.

Bazı sözlerim de var elbet. Bunlar, birkaç km’lik mesafedeki okuyucuma, dünyanın çevresini dolaşacak kadar uzaklıktan gelmiş gibi akustikli şeyler.

Kalemimi çok hallerde gördüm.
Kağıdıma onu, gündüzden sonra gelen gece gibi de, kasılmış bir surata konan bir tebessüm gibi de indirdim.

Kalemi kağıdımın üzerinde bir gün batımı gibi gezdirdiğim de oldu.

Yine de metinlerim, ulu manalara iyi kap kacak oldu, umarım.


Y.Türk



&


Dolmaz, Allah’a inanma süresi. Allah her şeye Allah’tır bir kere. Zeytin dallarına, havada uçan kuşa, yerde yürüyen insana.
Dünyada insanı ruh ve bedence olgunlaştıran acı adlı insan avcısına da.
Ve bu avcının avlayamadığı inanç ve merhamet duygularına da.
İnsana üst kısmından giren yüce şeylere de.
İnsanın uyumasına karar veren geceye de.
Anne ve Tanrı karşımı bir kucak arayan yavru ceylana da.
Herkesin yaşadığını yaşayan herkesin öldüğünü ölen er kişiye de.
Bilinmezler denizine cup diye düşüp giden sırlara da.
Ey yeryüzünün çınar yaşamı, erik ve ceviz yaşamı sizlere de.


Y.Türk


&


Gençliğimde parlaktı bendeki dünyevi nakışlarım. Gün geçtikçe bu çizgilerim farıdı. Azaldı. Ama bu kez de fazlalaştı içimdeki ışıklarım. Dünyada azaldı ancak sonsuz bir nurun memleketinde arttı topraklarım. Eskiden neredeyse bir aletin adı gibi kullandığım beka kelimesi, dünyamın kapılarından içeri girdi, beni içine doğru yutmaya başladı.
Mezarlıkları güzel tarif eden insanları bu yüzden sevmeye başladım.
Mezarlıklar, toprağın elidir. Tanrı’ya insanını sunan, veren el.
Ve her yaş güzeldir. Ahret hayatı, Rabbin sonsuz yurdu daha güzeldir.
Kabir tabiattır. Dini dinleyen doğadır.
Rabbim, Yeprem’i yanına, onu hangi yaşında olursa olsun çocukluk çağının içinden geçirerek al diyeceğim ama, son yaşlarım son çağlarım son baharım da güzel. Sarı solgun yapraklarının ellerinde bastonlar, dalında hayatın son mesafelerini adımlamaya çalışıyorlar. Ufak bir yelde de aşağı düşüp gidiyorlar.

Yaşlı insanlar, solgun yapraklar kaderin ufak bir esintisiyle avlanıyorlar. Rabbimin güzel olan av sanatı bu.


Y.Türk

&


Yunus, alim ve keşif sahibi bir er kişidir. Ve Yunus; her yerde, her şeyde Yunus’tur.
Tanrı bize bir Yunus yaratmıştır. Yönlerimiz ona ayarlanmıştır.
Çağlarımızda ve tüm Anadolu ve Balkanların içinde ortak kişilik Yunus’tur.
Derin ve temiz konuşan bilir ki sözün serveti Yunus’tur.  Güzel düşünen der ki ‘Kalbimin hazinesi Yunus hallerinden bir durumdur. ‘
Düz ovada canhıraş koşan serazat bir at görsem o atın o ulu manzarası bana Yunus çağşımı verir. Ahrete ancak böyle koşulur, derim.
Ve ben ki o koşuyu hem toplumsal hem bireysel anlarım.
Ve Yunus’a  olan meylim, bende ulu bir tasarım.
Ve zaman zaman Yunus’u özlerim.
İçinde cennet üreyen Yunus’u.
O sonsuz başlangıçtan yayın yapan fm gibi olan Yunus’u.
Alnındaki sonsuzluğun bayrağını dünyada iken indirmeyen Yunus’u.
Her şey bir kez bir şey oluyor, genelde. Sonra öyle devam ediyor.
Bu nedenle ki medeniyetimizin ve topraklarımın temel direği Yunus da hep aynı memlekettir ve hep aynı nurdur.


Y.Türk


&


Biz uydurmadık bu sabahları, bu ikindi üstüleri, bu dağları, bu ovaları. Her şey insana saat gibi ayarlandı. Yer yaratıldı, insan içine kondu. Bitkiler, yıldızlar ve adı evrene yazılı olanlar bir bir çağrıldı. İnsanın duyguları, ruhun ve bedenin sınırları sabitlendi. Ve insan ortamına alıştıkça cennetten bir ışık gibi çekildi.

Ve insan ki anımsar. Köklerini hayal eder. Daha da öte giderse bilir, öğrenir. İnsan, tam olarak kopamaz bekanın hatıralarından. Verilmiş sözler hatırlanır. Mazi yad edilir. Ruhun orijinal kökü dünyaya tekrar dal budak salar.  İnsan olan hiç kimse çekemez ruhunu o ahret, o sonsuzluk çağından.

Çünkü sonsuzluk, insan gibi yaşayıp ölmez.

Ve ahret insan toyken kalpte sadece bir silüettir.  Orta yaşa gelir dolgun bir resim olur. Yaşlanınca ahret, dokunuldu dokunulacak bir tatlı manzaradır.  Ve sonra ahret, insanda canlanır onda tüm organlara dağılır, yayılır.



Y.Türk

YAŞ 40'A HAZIRLIK KİTABINDAN


Merhametin, diğer bütün duyguların çobanı olduğunu Yakup’tan Yusuf sayesinde öğrendik, biz. Belki de aşkın bile. Ve Allah merhametin doğrudan kendisidir.

İnsana ahret ile dünyayı birer kafiye gibi yakıştıran, yaklaştıran derin bir nurdur, merhamet.  Ve insanı yel kadar incelten ve göz kapalıyken bile uzakları yakın eden, Yakup’a ötelerdeki Yusuf’tan haber verendir. Dünyanın madde ve manada iki yakasını bir araya getirendir.

Ve zaman, insan bedeninin ve ruhunun işçisidir. Bu merhametten kaynaklanır. Zaman insanı hallerden hallere sokar. Ruh serpilip gelişir ve beden eprir, farır, kuvvetini yitirir.

Zaten biz bu dünyaya bir halı üzerine geçirilir gibi gitmek üzere dokunmuştuk. Biz iplikler, kırılır dökülürüz ve halı yani yeryüzü bir süre daha dünyada kalır. Çünkü doğduğumuzdan beri uzaklardan, geldiğimiz yerden geri çağrılıyoruz. Ve çağırana adım adım yaklaşıyoruz. Çağrılmak başlı başına merhamettir.


Y.Türk

13 Ocak 2018 Cumartesi

İKİBİN KUŞAĞININ İKİ DERGİSİ: KURULUŞ ve DİL VE EDEBİYAT DERGİSİ



İkibin kuşağı şairlerinin çoğunu doksan kuşağının ya da yetmiş ve seksen kuşaklarının şiir ilkeleriyle hareket eden sanat dergileri yuttu. Bu durum, kuşağımın istediği gibi hareket etmesini ya da kendi sanat beğenisini meydana getirmesini engelledi. Örneğin önce Yediiklim ardından Fayrap ve İtibar gibi dergiler ikibin sonrası kuşaklara neredeyse el koydu. Onları kitap yayım imkanlarıyla veya televizyon, gazete türünden cazibeli şeylerle tavladı. Yeni kuşağın yeni estetik anlayışının gelişmesine meydan vermedi.

Bu konunun aslında üzerinde durulması gerekir.  Yediiklim, Fayrap ve İtibar gibi dergilerin şiire bakış açısı, Hecenin ihyasına ve Neo-epik şiire rağmen Diriliş, Mavera gibi edebiyat dergilerinin gerisindedir. Neo-epik, bugün şizofrence konuşuyor gibi. İtibar, medeniyet eksenini oldum olası tam ifade edemedi. İki dergide de yerel şeyler ile varoluşsal durumlar harmanlanamadı. Yediiklim dergisi de bunların tam tersini yaptı, milli duyguları kuşatmaktan aciz kaldı.  Oysa iyi bir edebiyat dergisi bayrağımızın anlamından tutun insanlığın başlangıcı Adem’e hatta ahret hayatına kadar olanki aralığı insan adına kapsamalı. Bu manadaki bir insana hizmet etmeli. Tabi bu,  Peygamber –i Ekber’e uyumla gerçekleşmeli. Asıl kaynak oradan edinilmeli.


Bugün Zafer Acar ve arkadaşları diğer yandan Kuruluş dergisi çevresi dışında bizden önceki kuşaklara bir eleştiri gelmedi ikibinli kuşaklardan. İmgeciler ve metafizikçiler dışında bir ses yok yani. Aslında bunlar da baştan beri kültürü-medeniyeti; milliliği ve varoluşsal durumları birbiriyle harmanlayan çevrelerdi.


Yeprem Türk