27 Mayıs 2017 Cumartesi

Mimesis’ten Post-Truth’a


1) Post- Truth kavramını tarih olarak, Batı’nın temellerini saran Aristo ve Platoncu dünya görüşüyle başlatmak yerinde olacaktır.  Daha doğrusu bu kavramı Aristo’nun meşhur mimesis’i üzerinden düşünmek bizi bu kelimenin kökleri hakkında daha sağlıklı yere götürecektir. Ona göre sanat mimesis’ten, yansıtmadan yani taklitten ibarettir. Gerçeklikten değil. Bu olgu, tarih  açısından, Post- Truth’ın, ilk köküne işaret etmektedir.

2) Yine bu anlayışın gövdesi diyebileceğimiz, Platon’un bir görüşü sayılan ‘gerçek olan idelerin dünyasıdır, bilgi olarak da gerçek bilgi idelerin bilgisidir, lafını da yabana atmamak gerekir. Büyük oranda, günümüzde, Batı dünyasından başlayarak dünyanın diğer kısımlarına huruç ederek genişleyen bu anlayışın temelinde bu zihniyet vardır. Çünkü ide görünen gerçeğin dışında ve olması gerekeni temsil etmektedir. Aslında Avrupa’da başlayan aydınlanmanın ve bu periferide ortaya çıkan ideolojilerin aynı kaynaktan baskın şekilde etkilendikleri görülür.  Ve ide fikri, sonraki çağlarda ideolojiye dönüşür. Bu zihniyetin kolları şeklinde vücut bulur.  

3)Dördüncü  aşama, Simülasyonizm’dir. Ve aynı felsefe ağacının dallarını oluşturmaktadır. Geçmiş yıllarda özellikle Avrupa’da,   J.  Baudrillard, bu dönüşümü Simülasyonist ekol kavramıyla Avrupalı okur yazarların  kulağına fısıldadı. Bugün Baudrillard’a göre tek gerçek olan şeyin;  Batı dünyasında doğal seyrinde akıp giden bir hayattan, fikirden, siyasetten bahsetmenin mümkün olmadığıdır. Gazetelerden tutun ekranlara,  sıradan insanlardan aydınlara kadar sahtelik rüzgarına kapılmış bir görüntü var. Üstelik bir gün öncesinin gerçekleri bir sonraki güne uymakta zorluk çekiyor.  Simülarkizm açısından, Avrupa için neredeyse freni patlamış ifadesini  rahatlıkla kullanılabilmiş bir düşünürüdür, Baudrillard. Freni patlama deyişi de bize simülasyonizmden Post-Truth’a atlama serüvenini ilham eder.  Ve bu kökün açan yeşil dallarını gösterir.
Ve Batı siyaset felsefesi, başlangıcındaki mimesis’ten ide’ye; ide’den ideolojie; ideolojiden simülasyonizme; oradan da post truth’a dönüşerek çeşitli aşamalarla günümüze kadar gelmiş olur.

4) Türkiye ise bu kavramın uzun tarihsel safhalarına, kurulduğu ilk yıllardan beri maruz kaldı. Özellikle  ilk seksen yılı, bu tür eğilimlerin cirit attığı dönemlerdi. Büyük yalanların siyasete tohum olarak saçıldığı zamanlardı. Örneğin tek partili dönemlerde, CHP iktidarının gerçekleştirdiği açık oy gizli sayım; çok partili sistemi geciktirmek için sudan nedenlerle   kapatılan muhalefet partileri, Adnan Menderes’in idamına giden yolun taşlarının döşenmesi, milletin iradesi noktasında Türkiye için neredeyse erken bir post- truth tecrübesiydi.  Ve  60, 70 ve 80  darbeleri, aynı senelere denk getirilen gençlik çatışmaları,  denenmek istenen mezhep kavgaları, Recep Tayyip Erdoğan üzerinden yürütülen despotluk vurgusu ve Gezi,  post-truth denen anlayışın sonraki etkili ürünleri şeklinde vuku buldu.

Bu durumun, bazen kesintiye uğrasa da 15 Temmuz Direnişi’ne kadar sürdü.


Y.Türk

26 Mayıs 2017 Cuma

&

Osmanlının çöküş devrinden sonra millet olarak sade suret değiştirirken, Türkiye’nin kuruluşuyla birlikte sıret de değiştirdik.  Osmanlının son zamanlarında üstte başta başlayan dönüşüm, sonraları Batılılık olarak ruhu da sirayete koyuldu.  Türkiye başlangıcından bu yana siyasette, Batıcılık, sanatta Paganizm, halk arasında ümmetçilik gibi birçok mecraya uğradı. Batılılaşma, bu zaman aralığında en çok semizlenen ideoloji oldu. Osmanlıdan kalan İslamcı damarsa, harf değişikliği ve eğitim sisteminin baştan aşağı eskiye mugayir bir şekilde yenilenmesiyle ınkıtaa uğradı. 1950’den sonra tekrar ufak ufak filizlenmeye başladıysa da ümmetçi damar, onun  ayağa kalkması, 2000’leri buldu. Ve 15 Temmuz Direnişi ile de varlığını sağlamlaştırdı. Bundan sonraki Türkiye'nin özünün bu olacağını gösterdi. 

Ve asıl ruh değişikliği Türkiye’de 15 Temmuz’dan sonra oldu.  Özellikle Batılılar bunun farkındalar.  Batılı devletler, Türkiye’yi yüz yıldır Batılılaştırmakla ve onu belli bir süre öz değerlerinden ayrı tutmakla kendi şer emelleri açısından pek de iyi etmediklerini düşünüyorlar şimdi. Çünkü şu şekilde bir kan tazelenmesine yol açtıklarının biliyorlar. Önce Türkiye’yi dinden uzaklaştırmakla tamam iki nesli pert edip, çürüğe çıkardılar. Ancak onlardan sonra gelenler, İslam’la yeni tanışmış gibi bir enerji elde ettiler. İbn-i Haldun’un zamanında tespit ettiği dağdan inen, güçlü, İslam’a susamış ataları Türklere benzediler. Ancak bu kez, asrın kendine özgü başka bir diliyle, dağlardan değil Anadolu’nun modern şehirlerinden geldiler.  Yeni bir nefesle Anadolu semaları altında uyandılar. İşte İslam dünyasını sırtlayacak yeni soluk, bu. 


Y.Türk

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Değini



Varlık dergisi Post- Truth kavramını dosya konusu yapmış. Ve Post-Truth’ı açıkçası sadece politik malzeme olarak işlemiş. Onun derinliklerini bize göstermekten ziyade bu kavramı ideolojileri için konuşturma yoluna gitmiş. Doğrusu Varlık dergisi, Post- Truth kavramını yine hileyle, desiseyle anlatma yolunu seçmiş. Örneğin 16 Nisan referandumunu falan bu şemsiye altında açıklamak gibi bir tuhaflığa düşmüş. CHP iktidarının tamamen  Post- Truth altında yıllar yılı inşa edilişi es geçilmiş. Yani aslında Varlık dergisi, Post-Truth’a karşı yine Post-Truth özlü bir söylevle cevap vermiş .

Post-Truth kavramı inşasına, yalanlar çağına, milletimiz, nefes hareketiyle, 15 Temmuz Direnişiyle son vermek istemiştir, bu görülmesi gereken önemli bir olaydı. Doğrusu milletimiz, Post-Truth algıya maruz kalmamak için bu nefesi,  kalkan olarak kullanmıştır.
Diğer yandan, Post-Truth kelimesinin çağı ele geçirmesinden sonra zamanımızda şifahiliğin öne çıkması ilginçlik arz ederdi.

Y.Türk











19 Mayıs 2017 Cuma

&


Nimetler asıllarından koparılsa, manası bakımından bulandırılsa bile küçük bir doğru murad ve irade tümlenmesi onu hakikatine erdirebilir. Hayatın, tarihin, insanın anlamını anasından doğmuş gibi yapabilir.Yeter ki yeryüzünde hayırlı işlerin yaraşacağı bir insan, bir toplum, bir millet,  levs ve ise karşı direnen bir toplum olsun.

Ve Şems’ten esinlenerek söylersek, elde ne kalmışsa, ne kadar bile azalmışsa, o şeyde ki kök ve temel bulunsun, onun manası hem gönül hem idrakle görülebilir, çoğalabilir. Çünkü köklü olan, güzel ve haklı olan; insana doğru gelmeye yaratılış icabı meyyaldir. 

Yani aslında, insaniyetten geriye kalan, yani yok olmakta direnen her ne ise, üstüne bir şey inşa edilecek olanda kesinlikte odur diyen, Terry Eagleton gibi de düşünülmelidir, bu. Ve doğa gereği inşaya bu kalandan, bu özden başlamalıdır.

  Çünkü bu elde kalan son şeyin eti de kemiği de insanlığın miri malıdır. Külün içindeki son közdür, bu. Biraz  zümrüdüankaya benzer. Ve insan, buradan ateş alır. Kuvvetli de yaşarsa bunu, toplumsal bir mizaca ve kültüre dönüştürebilir.

15 Temmuz Direnişi, bu açıdan, Kura’n’da geçen bir ayetten ilhamla söylersek, milletimizin su içeceği yeri gösterir.

Y.Türk




18 Mayıs 2017 Perşembe

&

Kurtuluş Savaşı ile milletimizin kazandığı nefes, sonraki yönetimler tarafından pek anlaşılmadı. Fark edildiyse bile günün öncü uygarlıkları tarafından  önü tıkandı.  Filizlenmesine izin  verilmedi. Ancak yine de bu nefesin oluşturduğu kanal, halk tarafında şifahi de olsa yaşatılmaya çalışıldı.

Bugün yaşamış olduğumuz 15 Temmuz Direnişi, bu önü kesilmiş nefesin, ilahi ilhamın devam ettirilmesi ve yeniden keşfi anlamına gelmektedir.  Ve bu durum, bizim millet olarak besleneceğimiz ve ayağa kalkabileceğimiz adresi oluşturmaktadır.

Günümüzde özellikle dillendirilmeye çalışılan, Mehmedilerin laikleştiği, dinden uzaklaştığı, artık İslam topraklarında İslam’ın bayraktarlığını yapamayacağı fikrini çürüten bir ruh halini ortaya çıkarmıştır.

Benim en büyü korkum ise, bu millete bir medeniyet ateşi olarak gelen ilhamın, hem devlet hem millet nezdinde tekrar söndürülme gayretlerinin başarıya ulaşmasıdır.

Şu tarihten itibaren denilebilir hem devlet hem millet hem aydın bu ruhun kanlı canlı haline bürünmelidir. Bu ümmetçi şemsiye altında yürümeli, oradan konuşmalı ve oradan doğmanın yollarını aramalıdır.

Çünkü bu ilhamlar ümmeti gözeten Rahmanın, topluma sunduğu nadir ziyalardandır. Işımalardandır. Gelecekte kurulacak hayata kaynaklık edecek ham maddelerdendir.

Sonuçta, 15 Temmuz Direnişi, modern bir etkinlik  değildir.  Biçim ve biçemiyle kadim kaynaklardan beslenmiş ve çağı dönüştürme niyetiyle gelmiştir. Daha başka biçimlerde de bilinebilir 15 Temmuz Direnişi, ancak o daha çok bu öz cepheden bilinmeyi hak ediyor.

Toparlarsak; milletimizin topluca, can pahasına dile getirdiği iyilik, güzellik, şeref isteğidir, Temmuz Direnişi. Bu da kabahat olmasa gerektir.



Y.Türk

14 Mayıs 2017 Pazar

&

Genel kanaate göre günümüz birinci şifahi döneme, 1000’li, 1100’lü tarihlere çok benzetilir ve ikinci şifahi dönem olarak adlandırılır. Bu dönemlerde sanatın, siyasetin ve bunlara bağlı olarak da yeni felsefe ve dünya görüşlerinin temelleri atılır.

Türkiye’nin de bu anlamda Selçukiler çağına benzemesi olağandır.
Böylesi zamanlarda insanları bir arada tutan birçok çatı zayıflar, yıkılır ve yerine yenileri kurulur.

Yani şimdiye göre konuşursak, artık ne Avrupa siyasa ve felsefe ağacının uç dalları olabilirsiniz artık ne de daha onların başka kolları.
Konular bunlardan daha başka şeylerdir. Örneğin yeni medeniyetler, yeni anlayışlar, yeni ekonomiler, yeni ticaret yolları daha ilgi çeker.
Tam da bu arada 15 Temmuz gibi; şifahi olanı, yani yalın bir dili, yalın bir felsefeyi, açık bir medeniyeti geleceğe doğru dölleyecek durumlar oluşur.
15 Temmuz Dirilişi’nin şifahiliğe yakın olması ve onun bir milletin nefesi olması bundan ileri gelir.

Aslında bu dirilişle Türkiye tam da zamanına uygun olarak; Avrupa ve diğer Batı temelli hayat algısına dirsek vurmuş ben başka zuhur ve huruç edeceğim demiştir.

Ve çakmak, çakmıştır, Türkiye’nin ruhu bu direnişle ateş almıştır. İrfanındaki sade ve iyi huylu mana, dışarı çıkmıştır.


Y.Türk

&


1)   Dünyamız şifahi bir anlamla çevrildi.  Bu durum, 15 Temmuz Direnişi ile zirveye erdi. Müslümanlar olarak tarihin başında nasıl idiysek, şimdi yine o haldeyiz. Yüz küsur yıllık kopuşlardan sonra bile, sürekli olanla sürekli olmanın temennisi içindeyiz. Ve bu süreklilikten iyilik ve huzur bulacağımızı görüyoruz.

2)   Bir Mehmedi olarak diyorum ki; her aracın, her sanatın, her siyasanın ve amaçların açıkça göründüğü bir zaman eşiğindeyiz. Dünyanın içinde ne varsa: düşünce, uygarlık, sevgi ve şiddet namına. Niyetlerinin üstündeki perde çekilmiş vaziyette. Bu sadeliğe biz millet olarak bayılıyoruz. Şifahi dönemin bu özelliğine güven duyuyoruz.


3)   Bazı ilginç patlamalar da oluyor bu dönemlerde.  Mesela IŞID, PKK, YPG gibi terör örgütlerinin tam da bu zamanlarda agresifleşmeleri; görülmemiş derecede şiddete eğilim göstermeleri, işin boyutunu caniliğe taşımaları; şifahi bir direnişin ardından gelen bu durumlarla alakalı olmalıdır. Çünkü, onlar için artık dünyada kabul ihtimalleri tükenmiştir. Ve yaşadıkları toprakların altında yatan yüksek ruh onları ister istemez dışa atacaktır.


4)      Şifahi dönemler, dünyanın yaralarından temizlendiği ve kurtlarını döktüğü zamanlardır. Bu dönemler, kökü olanların köklerini bulduğu; kökü olmayanlarınsa dünya kabuğundan silindiği zamanlardır. Tam da bu çağ, dünyanın felsefe, siyaset ve mana olarak birkaç ana başlıklara ayrılmasını beraberinde getirir. Örneğin derin tarihleri olan milletler ayrı ayrı parçalara ayrılmış bile olsa rahatlık ve huzurla yerlerine yerleşirken bazı ufak çaplı köksüz oluşumlarda büyük bir stresin ve şiddete doğru bir eğilimin gözükmesi bundan.  


Y.Türk