23 Ekim 2021 Cumartesi

MUHİT, EKİM 2021


Dergi Hasan Aycın ile açılıyor. Hasan Aycın, İslam medeniyetini çizgi sahasına olgun ve derin taşıdı. Türkiye'de dahası Büyükdoğu'da çizgiye yeni bir tecrübe alanı açtı. Bu açıdan Hasan Aycın bir yol açıcıdır.

Muhit'in şiirlerinden şimdilik bahsetmiyorum. 

Kâmil Yeşil, Duyguların Ötelenmesi Üzerine yazmış. Bu tür durumlar modern psikoloji nedeniyle hep modern bir tarz ve kavramlarla söylendi, anlandırıldı. Gerçi aynı sayıda Erol Göka, bu psikolojik kavrayışa karşı çıkmış. Manevi sahada boy veren bir alanda psikolji konuşmanın daha önemli ve isabetli olduğunu söylemiş. Benim fikrime göre medeniyeti ve yeni kavramları takip etmek istiyorsak lisanı takip etmeli. Modern dünyada sosyoloji de - örneğin eko-sosyoloji; eko-politik vb.- psikoloji de dili tabiata çıkan bir uygarlığı haber verir. Hem dili tabiata çıkan hem de dili Tanrı'ya çıkan bir bakış açısını çift taraflı kuşandığımızda bu tür isimlendirmeler de ıstılahlar da başka bir çehre ve yön kazanır. Biz de bu psikolojik ve sosyolojik anları ve bigileri herkes gibi hissediyoruz ama uygun dili bulamadığımızdan söze ve kavramlara dökemiyoruz. Yine Ekim sayısında bakın Hüsyin Akın, babasının anısına yazdığı bir yazıda bu vaziyeti nasıl anlatmış: '..Sıra geldi çaresizliği de cesaretsizliği ve karamsarlığı da evde öğrendik. Meğerse bizim farkında olmadan hayatın içerisinde öğrendiklerimiz, modern bilimde öteden beri var olan şeylermiş. 'Öğrenilmiş çaresizlik', öğrenilmiş cesaretsizlik gibi...'

Mustafa İsen'İn Üçüncü Murat hakkındaki mülahazaları ilginç. Gerçi Üçüncü Murad, bu aralar hakkında epeyce konuşulan bir devlet adamı. Temmeddün ve tefessüh dönemlerini birlikte yaşamış. Çok çekişmeli ve sert geçen siyasî bir hayat geçiren 3. Murad, açıkçası kendisini biraz da sanatın o sağaltıcı ve yumuşatıcı atmosferine atmış. Bu atmosferin katkıyı ve  çürümeyi aynı mesafe içinde yaşatması da mutlaka düşünülmeye değer bir şey. Bence bunun temeli, kurucu bir sanat anlayışından ziyade tüketici bir sanat atmosferine dayanır. Örneğin Yunus'un yaptığı şey, hem sanatın hem de dirilmenin bir verimidir. O nedenle Yunus'un ve Akif'in sanatı oldukça farklıdır. İkisi de öncelikle sağaltıma değil aynı zamanda diriltmeye ve kurmaya meyillidir. Sadece sağaltım, şiirin de diğer sanat dallarının da zararına işlemiştir. 

Her padişah adayı gibi 3. Murad da devrin önemli alim ve irfan adamları tarafından yetiştirilmek üzere Manisa sancağına gönderilmiş. Şehzadelerin her birini bir başka sancakta yetiştirmek, merkeze hazır hale getirmek bir Osmanlı siyasi adetidir. Siyasi hareket, şimdi olduğu gibi yine o zamanlar da taşradan merkeze doğruydu. Şehzadenin temsili taşradadır. Daha sonra çeşitli deneyimler ve aşamalarla merkezî yönetime doğru gider, şehzade. Sancaklardaki her şehzade gelecekte padişah adayıdır. Bu yöntem, günümüzün parti anlayışını andırıyor. Çünkü sancak merkezlerinde yetişen her şehzade, devleti yönetecek farklı felsefî ve siyasi düşünceleri de ediniyorlar. Akabinde çeşitli mücadelelerin ardından diğerlerini ekarte ederek partiler gibi merkezi temsil etme, devleti yönetme hakkı elde ediyorlardı. 

Y. Türk