Acemi, Ocak- Şubat 2020. Şiir pek gözükmez dergide.
Şiir derken gerçek şiir. Romantik ve duygucu bir dile sahip şiirleri. Hani bir
zamanlar radyoda sunucular tarafından okunan şiirlerden. Bu işin en yüksek
noktasını galiba Attila İlhan yaptı. Sonra şiir okuma eylemi Bedirhan Gökçe ve
İbrahim Sadri ile devam etti. Neyse
bizim mevzumuz bunlar değil. Gerçek şiirin dışında olan şeyler bunlar. Dergi
Acemi olunca, işte bunları yazıyoruz.
Dergi notlarını çoğu kez dergileri anlatmak
için değil, kendimi biraz kazmak için kaleme alırım. Sunuş yazısında W.
Shakespaere’in sözü öne çıkmış: ‘Önce hayaller ölür, sonra insanlar.’ Yahya
Kemal de ‘İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar’ demişti.
Kadıköy metni, Yahya Kemal’in bir zamanlar
ezansız semtler eleştirisi gibi. Metinde kiliselerden ve her şeyden bahsedilmiş
ama camilerden ses yok. En azında Osman Ağa Camii konu edilebilirdi. Afife Jale’nin ilginç bir hayat hikâyesi var.
Selahattin Pınar’ın da öyle. Sanatçı olmak topraklarımızda hep risk taşıyor.
Geçim gailesi zor zanaata dönüşüyor.
İlknur Şimşek, eğitim ve yoksulluk ilişkisi
adlı metinde17. Yüzyıl insanı John Locke’un bir sözünü alıntılamış: ’ Tanrı dünyayı Âdem’e ve onun soyundan gelenlere verdiğine göre,
dünya ortak mülk olduğuna göre nasıl oluyor da bütün nimetlerden herkes eşit
olarak yararlanmıyor.’ Locke, özgürlük konusuna dair sık sık değinir.
Referans da kabul edilir. Ama Locke, aynı zamanda bir köle taciridir.
İlginçtir, Batılı düşünürlerin çoğunda buna benzer şekilde metin- kişilik
zıtlaşması vardır. Batılı filozoflar
yazdıklarını yaşamak konusunda acayip falsolar veriyorlar.
Yedi
İklim, Sayı 359. Şiir ve ideoloji
meselesini tartışıyor girişteki ‘Edebiyatın Ufku’ yazısı. Ali Haydar Haksal, Tolstoy üzerine düşünmüş.
Epey alıntılı bir yazı.
Türk
Edebiyatı, Mart 2020. Abdurrahim Karakoç’un bir
zamanlar Elbistan Postası’nda yayımlanmış atışmaları var. Muhatabı ise Ahmet
Çıtak ve Kâmil Bozkurt. Okunmasını öneririm. Ömer Seyfettin ölümün yüzüncü
yılında epey hacimli ve detaylı bir şekilde düşünülmüş, konuşulmuş. Ömer
Seyfettin, başlangıçta güzel bir hayatın içine doğuyor. Köşkte. Sonradan tüm
imkânlarını kaybediyor. Sahipsiz ölümüne dek geliyor. Sanki Osmanlının yazgısını
paylaşıyor.
Ayrıca öne çıkan bir metin: ‘Giderayak
Hive’. Şehir yazılarını hiç kaçırmayan
biriyim.
EDEBİYAT
ORTAMI, Mart- Nisan 2020. Yerli şiirler ve
yabancı lisandan çevrilmiş şiirler var. Mevlânâ’nın şiiri dışındakiler pek
dolgun değiller. Sayfa sayısı bir edebiyat dergisi için fazla. Bilim ve
araştırma dergisi mahiyetinde. Tam olarak o da değil. Hantal. Metinlerinin bir
zevki, bir yordamı yok. Gelişigüzel toplanmış metinler bütünlüğü. Son yıllarda
çıkan İslamcı dergilerin özelliği oldu, bu tutum. Üslup kayboldu. Ali Emre ile yapılmış bir söyleşi var.
Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyübi romanları üstüne. Buradan bir alıntı: …Nurettin Zengi. Müslüman Şark’ın hem kılıcı,
hem kalkanı, hem kandili olmuş. Hayatın birçok ünitesini ayağa kaldırmış. Bilge
ve çalışkan kadınlarla, yiğit ve coşkulu adamlarla gerçek bir İslâm baharı
oluşturmuş. Öyküde ve eleştiride ise seçkin bir tavır gütmüyor, Edebiyat
Ortamı.
Mehmet Kayır, Prof. Dr. İbrahim Gürses’in
‘Sufî Kişilik Psikolojisi’ adlı kitabını tahlil etmiş. Oradan bir alıntı:
İlhamın kaynağı şüphesiz tektir. Ancak vesileleri pek çoktur. Bu vesileler;
bazen bir düşman, bazen bir âşık, bazen bir maşuk, bazen aşkın kendisi olur…’
Halit Yıldırım, Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u üstüne düşünmeler
yapmış. Bu romana yazılmış ilk kasaba
romanı, demiş. Nedenini ise şu şekilde bağlamış: Zira Kuyucaklı Yusuf’a kadar yazıla yerli romanların ana konusu yanlış
Batılılaşma sorunu iken Kuyucaklı Yusuf’ta toplumsal yapının aksayan yönleri,
kırsal kesimde ezilen köylüler, ahlâkî çöküntü ilk defa bu romanda ele
alınmıştır.
Yazının sonunda ise, Alaaddin Karaca’nın bu
roman özelinde söylediği ‘Türk edebiyatında J.J. Rousseau’nun isyan ve doğaya
dönüş felsefesinden kaynaklanan başkaldırı temasını işleyen ilk romandır’
görüşünü katılarak paylaşmış. Buna itirazımız var. J.J. Rousseau’nun doğaya
dönüş felsefesi ağır sanayi sonrası gelen kapitalizmin kirlettiği şehir
anlayışından etkilenerek oluşmuş düşüncedir. Kuyucaklı Yusuf’ta böylesi bir
mekân yok. Kasaba doğa ile iç içedir, zaten. İkincisi de Kuyucaklı Yusuf’ta
doğaya dönüş arzusu değil fıtrata, bozulmamış insana varma arzusu belirgindir.
Lâ Dergisi,
Sayı 15, Şubat- Mart 2019. Şiir ve Şair üstüne düşünülmüş. Şiir bulamadım bu
sayıda. Alaattin Karaca ‘edebiyatın sivilliği’ merkezli bir söyleşi vermiş.
Diyor ki ‘Bence gerçek sanatkâr, sadece
kendisine ezelde üflenen ruh/nefes dolayısıyla varoluşsal/fıtrî bir refleksle,
eserinin ilk özünü oradan/fizikötesinde alır.’ Karaca’nın çoğu şiir
görüşleri Sezai Karakoç’un söylemiş olduklarının başka bir tekrarıdır:
Fizikötesi yaşantılı bir kişi yani.
Karaca, ödül ve devlet konusunda
epey fikir serdetmiş. Şaire ödül verilmemeli diyor. Şair, ödülünü devletten
değil; Allah’tan almalıdır gibi bir anlayışa sahip. Günümüzde şairin konfor
düşkünü ve popülist olduğuna şüphe yok.
Fuzûlî’yi, Meryam dağ yazmış.
Şairin çileciliği ön plana çıkmış metinde. Galiba Fuzûlî’den sonra şiir konusu
çileyle daha bir içli dışlı açıklanır oldu. Gerçi Sezai Karakoç da bir şiirinde
içlilikte Fuzûlî’yi mi geçeceksin diye soruyordu.
Kitap- lık,
Mart – Nisan 2020. Yücel Kayıran’ın, Sabahattin Kudret Aksal’ın Poetikası ve
Sorunları adlı metniyle açılıyor. Tinsellik ve tarihsellik ışığı altında ve
Garip Şiiri ve İkinci Yeni ekseninde Sabahattin Kudret Aksal’ın şiirini
konuşuyor. Ve diyor ki ‘
Ne bitmez şarkın var
Baca
Bütün gün tütersin
Bu şiir, Aksal’ın sentezidir; bence hiçbir zaman Garip olamaz ama içinden
geldiği poetik güzergâhı, Garip’in içine yerleştirdiği yerde kendini bulur.
‘Baca’ bu iç içe geçişin şiiridir.
Murat Yalçın, Cevdet Karal ile
konuşmuş. Cevdet Karal’ın verdiği cevaplardan cümleler alıp buraya yazmak
isterim.
Ziya Osman Saba’nın tevekkülüne imrenirim.
Etkiden kaçmak, kendinde yetkinlik, yetenek vs. vehmeden kişinin hiç de
yaratıcı olmayan refleksidir.
Simone Weil’in şu sözüne işte, yürekten katılıyorum: ‘Hakikat ve güzellik gayrişahsidir.
Realist değilim, sadece ciddiyim.
Şiir, hepimizin algısında ortak olan bazı dayanak noktalarına ihtiyaç
duyar. Şair, ne denli uca giderse gitsin, onları d gözetmek durumundadır.
Cenk Gündoğdu, Osman Çakmakçı ile
söyleşmiş. Bunlar da Çakmakçı’nın cümleleri:
Gençken kitabım çıktıktan sonra derin bir depresyona girerdim.
Dünyada her şey bir kavram haline geldi, kavramsallaştı. İmge de değil,
kavram. Gösterge haline geldi.
Bence 2000’lerle birlikte dünyada bir çağ kapanıp yeni bir çağ açıldı. Bu
süreçte herkesin kafası karmakarışık. Dünyayı görüp algılamak, anlamak
neredeyse imkânsızlaştı.
Kertenkele,
Şubat – Nisan 2020. Konu başlıkları: Şiir öldü mü? Hikâye yaşıyor mu? Palto
söylemi.
Şiir merkezli bir dergi,
Kertenkele. Şiirin öldüğü yerde diğer türlerin de yaşayamayacağını söylüyor.
Edebi türler arasında tahtta şiir vardır yani.
Yazında palto giyenlerin yanlış
bir yerden yanlış bir şey giydiklerini söylüyor. Gogol’un Palto hikâyesine
gönderme yaparak, yerel kaynağın referans alınmadığı belirtiyor.
Ali Celep, Sezai Karakoç’tan
seçtiği şiirler üzerinde uzun poetik okumalar yapıyor.
Yoktur Gölgesi Türkiye’de şiiri
için bakın ne yazmış:
Yoktur Gölgesi Türkiye’de, Sezai Karakoç’un çok sevdiği annesinin ölümü
üzerine yazdığı bir şiirdir… İki kesitin son dizesi ve ikinci kesitin ikinci
dizesi şiirin ‘özel’ bir kadından bahsettiğini öğretir. Bu ‘özel kadın’ın
1071’den bugüne yaşamakta olduğumuz toprakların mayasını karan manevi oluşumun
ürünü olduğu açıktır…’
AŞKAR, Ocak- Şubat- Mart 2020.
Kapağının değişmez alıntısı: Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
İlk sayfada yine bizi İsmet Özel
karşılıyor: ‘Hayatımızda ne kadar sıkıntı, tereddüt, inkâr varsa hepsi hitap
ile cevap arasındaki münasebetten doğuyor.’
Ali Mücahit Yılmaz’ın Çözülme
şiiri dikkat çekti. Bir kıta:
Yansıtan kablo erir donar fiberler
Haberler biter erir akşam ajansları da
Telaşsız bir güne uyanılır orada ben de eririm
Yalnız hatıra kalır kime kalacaksa
Aşkar, İsmet Özel’i tanımak ve
öğrenmek isteyenlerin vazgeçilmezidir. . Sivas’ta çıkıyor. Bir yönüyle Konya’da
çıkan mahalle mektebine de benziyor. Merkezde yer alan önemli şairler ve
yazarlar buralarda yazıyor. Bu durum aslında dergiciliğin imkân bakımından ne
kadar ileriye gittiğini gösterir. Dergiler arasında merkez- taşra ayrımı
ortadan kalkmış gibi. Ama gene de öyle değil.
Şiir eleştirisi genelde Osman
Özbahçe’nin şiire bakış açısından hız ve temel alır. Bu sayıda yine şiir sanatı ütüne epey
düşünce- metin üretilmiş. İkinci yeni konuşulmuş. Bu bahiste, Osman Özbahçe öne alınmış.
Dergide Hayriye Ünal ile yapılmış
bir söyleşi var. Hayri Ünal:
Çete ile akımı birbirinden ayıralım. Akım doğal akışta aynı çağda olmanın bir
gereği olarak oluşur. Okullarda öğrenci tarafından kolay ezberlenmesi sebebiyle
akımlar, guruplar daha kolay tarihselleşir. Bireysel maceralar daha seyrek öne
çıkar…
Oysa günümüzde bireysel şairler
daha bir ön aldı. Kalan şairler bireysel başarıları ile bunu başardı. Akım
şairi olmak sanki geri plana atılıyor.
Yeprem Türk