Halkımız ve
devletimiz kendi ruhundan konuşamamıştı, buna yeltendiğinde ise susturulmuştu.
Kendi ruhumuzdan
madem söz edemiyoruz, oradan doğamıyoruz; başka ruha da teslim olmayacağız, onu
konuşmayacağız demiştik. Çenemizi kapamıştık.
Bu durum,
bizde büyük bir kırgınlığa küskünlüğe yol açtı.
Yetmiş seksen
yıl boyunca milletimiz R. Musil’in roman kahramanları gibi duygusuz, betonerme bir
atmosferde yaşadı.
Mobidik gibi
hiçbir şey yapmak gelmedi insanımızın yüreğinden.
Sabır
olmasaydı yeryüzünde bir gün kalınabilir miydi? Deyip de bir an önce ahrete kaçmak
isteyen kişilikler haline gelmiştik milletçe.
Üstelik,
düşünsel olarak modern çağ tarafından da dolandırılmıştık.
Ülkemize
ihraç edilen birçok ideoloji ve fikir, insanımızın ruhunu bu topraklardan
koparmıştı.
İdeolojilerle
insanlarımızı paylaşanlar, aynı ideolojilerle topraklarımızı bölmeyi talep
etmişti.
Hem sözümüz
ağzımıza tıkansın hem de vatanımız olmadık ikinci el, pert olmuş fikirlerle
doldurulsundu.
Ya Rab, buna
nasıl dayandık, hala şaşıyorum. Ülküsüzlükten, suskunluktan ve bir türlü
toparlanamamaktan insan ölebilir oysa.
Öldürmeyen
Allah öldürmüyor.
Bütün bu unutulmuşlukların
ve kıstırılmışlıkların toplamı,15 Temmuz Direnişi gibi ulvi bir hareketi doğurdu.
Milletim o
gece her şeyi göze alarak, ana ruhuna, kendi sözüne hicret eyledi.
Ulu vahiyle
göz göze geldi.
Kendini de
sözünü de diriltti.
Eğriltilmeye
çalışılan onurunu düzeltti.
y.türk