6 Aralık 2014 Cumartesi

DENEME


Aslında yazarken hep bir boşluk olur, yanımda. Bu, boş olan bir boşluk değil. Dolu, değerli, biçimden daha çok içeriği zengin bir boşluk.  Böğrümde hazır duran ahret boşluğudur, bu. Bunsuz bir şey  yapamam. O yoksa yapmama da gerek yok. Can fırlak  değildir. Gerçi onun olmadığı bir zaman yok bende. Ürkerim onsuzluktan. Yirmi dört saat, uykuda bile böyle olur. Hayatımın, düşüncelerimin anası babasıdır. Ölüm fikrini doğallaştırdı bende. Korkamam ölümden, hayattan ayrılıp uzak ahret diyarlarına gitmekten. Orayı  Allah yapmıştır.   Bir zamanlar bize çayırı çimeniyle otaglık etmiştir. Şu an buradayız. Ama oradan kopmak zor. Arada  ipler var.  Bağlar var sonra. İnsanın canı çeker, ahreti. Ahretin yüzü bende aydınlık, güzel, sağlıklı.  Gülümser. Geçmiş dönemlerde yazılan ölüm şiirlerindeki karanlık, tekinsiz ürpertileri kendi namıma doğru bulamam. Batı’nın ölüm ve ölüler ülkesine dair söylediklerinin esiri altındaydı edebiyatımız. Belki ondan öyle düşündük. Frudyen’in iç güdü terörü  mesela.  Ölüm tasavvurumuzu bile etkiledi. Bizim metafiziğimizin yüzü temizdir.  Güzeldir. Ölmüş bir kişiye bu metafiziğin alavere dalavere,  soytarılık edeceğini düşünemem. O, yolu aydınlatacaktır. Misafire gösterilen hürmetle, can vermişlere muamele çekecektir.  Ölüm zannımca, aydınlıklar içinde ahrete doğru giden, bandırası nurlu bir gemidir.


ADEM KALAN