
Pastoral
bir duyuşa dayalı devletlerin bebeliği de böyledir. Devletin sakinlerinin
tümü tarafından el bebek gül bebek sevilir. Sonra kimseye yar olmaz tabi. Her
insan bir ideoloji yatağıdır, sonuçta. Sanır mısınız ki görüşü yoksa insan ayakta kalabilir. Ezilmişlik, itilmişlik gibi şeyler
de yeri geldiğinde ideolojileşir. İnsanların
alt yapısında bu vardır. Dolayısıyla devletlerin de. Yoksa, devlet denen kurum yalnız başına kalır. Varlığını devam ettirmek için çaba sarf
etmez. Pastoral alem böyle bir dünyadır.
E zaten bünye olarak da yoktur o. Hoşgörü düzenini kaldırıp yerine laikliği
ikame edenlerin zihninde zaten amaç buydu. Hoş
görü, bir toplumda bir İslam idare ekonomisidir. Mayadır. Çivi
çiviyi söker; laiklik de hoş görüyü sökünce, laiklik tabi devlet
çamurunda maya olmaya yetmedi. Doğu toplumlarını kahramanlar bağlamında
ayakta tutan kahramanlık çağı da tarihe gömülmüş oldu.
Aslında son yüz elli yıldır genel olarak dünya genelinde bir doğaya dönüş vardı.
Pastoral unsurlara yöneliş bu dönemlerde ön plandaydı. Sonuçta bu da insanın zaman zaman değişen yönelimiyle alakalıdır.
Ancak sonraları, pastorallık doğaya bakış olmaktan çıktı. Artık
pastorallığı doğayla irtibatlandırmak bile
gereksiz. Çünkü insanın kendi dünyası doğrudan
pastoral, edilgen bir mevzu haline geldi. Acayip derecede edilgenleşti, insan. İnsandaki, insanlık etkisi
azaldı yani. Bu hayat tarzı da aslında kendini meşrulaştırmak
için ‘laiklik’ kavramını keşfetti.
Sonuçta toplum katmanlarındaki barış, hiç de
laiklik bir imajdan beslenmiyor, bu durum hoşgörü ile sağlanıyor. Laiklik insanları ontolojik anlamda boğarak, kısarak barışı sağlarken; hoşgörü, insanı insanileştirerek, açarak ilişki kurmaya davet
ediyor. Toplumsal barışı laiklik kavramıyla sağlayanlardan bu yüzden bir
kahraman çıkmıyor. Zaten laiklik başlı başına bunu engellemek için
var edilmiş bir kavramdır.
Yeprem Türk