11 Mayıs 2023 Perşembe

İLK DİZE


Ruhun karaya alınmış olması

Gösterir ilk dizedeki haklılığı


İlk dizenin girmediği yere melek girmez

İlk dizeyle yönetir şair varlıktaki evini


Yeryüzü gökyüzüyle söylenirken

-İlk mısra böyle bir şey-

İnsan bedeni olur gökyüzünün bedeni


Daha doğrusu:

İlk dize şairin mektebi

Gökyüzü öğretir yeri


İlk dizede Rabbani bir ışık var

Yağması yukardan çiğ misali  

Akşama dek göğe bakmışın içinedir


Arı kokusu ve tadındadır, bal değil

Zeytine ve incire de yakın bir canlılık bu

Kırılmışın içindeki nuru


II.


İlk dize

Dünyanın ilk ürününe inen ilk bahar gibi

Yeryüzünün en yeni en canlı kıvamı

Şairin kalbinde sefer

Utku içinde göğsünün sabahına gider


Yeprem Türk


OLMUŞ

                                                     


                      Övmek isterim babama saygıyla, bir olmuşu


Gece, Maraş’ta, köydeyiz

Keder bizi avluya gazel gibi dizmiş

Kuru yaprak sıra sıra

Annem, babam, kardeşlerim…  hiçlik

Tek, sultanın rüzgârı eksik kapıda


‘Biz olduğumuz için esmiyor rüzgâr’ mı demek istemişti en dilsizimiz

Esmesi gerekir oysa, vakti, gazel halindeyiz

Bu yıkıntı bize, biraz da ayıp ya

Bizle ilk kez özçekim gayreti olacak  uygarlığın

Köylüyü ve düşkünü göstermek istemez hiçbir rejim

Düşmesin diye hançeresi sistemin


Teorilerimiz yerle bir, şehrimiz yerle bir

Her birimiz avazı gaibe emanet edilmiş filozoflar gibiydik

Adaletin bu boşluğundan kimse çıkaramaz izimizi 

Avluda bekleyenlerin en hayırlısı

‘Boğazınızdan geçirirseniz sizi affetmem hazinenin bir kuruşunu’

Diyen, babamdı


Tutulurken günün matemi, kapımızda

Yoksullukla erleşen kemâl, berkiyen hüküm buydu

Yıkımda saatler geçtikçe içe doğru arzusunu yürütmek isteyen beden

Bu beddua ile durdu, olmadı avlumuzda o gün zayıflığa nurunu veren

Tenezzülde korku, şüphe doludur; geldi eşiğimize dek ama

Sadece Yunus okunabilirdi evimizde tufandan sonra

 

O gün inandım babamın yüzü

İnsafın ve nurun sökülmez toprağıyla doluydu

Maneviyatı erk etmişti bize

Yerle bir olmuş bir şehrin üstünde

Ne soğuk ne sıcak ancak ılıntı halinde

Bu bir tasvir değil, sadece cemâl


Ama hayat kurtaran



Yeprem Türk

25 Nisan 2023 Salı

KURULUŞ, Mayıs- Haziran 2023, Sayı 57


 

                                                              İyi okumalar.

23 Nisan 2023 Pazar

bir yıldız yok. orası boş, bomboş. yazık.

  

Politikacılar, hükümet kadroları; Türkiye’ye gereken önemi göstermediler, göstermiyorlar. Şimdi daha acımasız bir siyasetçi sınıfı ortaya çıktı: Teknokratlar.  Bunların Türkiyeye lazım olan saygıyı esirgemeyeceklerinden şüphem daha fazla. Türkiyenin tarihine, insanına, kültürüne, doğasına ve toplumsal yapısına bu bürokrasi sınıfının bakışı gerçekten çok başka. Kapitalist, sert, günlük ve ticari. Türk bürokrasisi kendisini teknokratlara emanet etmekle genç Türkiye’nin maddi ve manevi enerjilerini hoyratça kullanmaktaki dozunu daha da artırmakta. Türk topraklarının bir ruhu varmış, geleneksel bir zinciri bulunurmuş, bir felsefesi olurmuş bunların hiçbirisi teknokratların umurunda değil. Onlar Türkiyeyi bir şantiye, bir tesis, bir pazar yeri gibi görmekten öte bir bakış açısına geçmemiş durumdalar.

On yıllar boyunca halkına aldırışsız bir liderler silsilesinden geçti Türkiye. İnsanını iki cendere arasında yaşatmaktan büyük zevk aldı, bu bürokrasi. Batıcı bürokrasi. Modern bürokrasi. Kâğıt bürokrasisi. Ve sonra teknokrat bürokrasisi. Ne derseniz deyin, hepsi aynı düzenin, akışın silsilesi.

Şimdi ne değişti? Hiçbir şey. Halk, hâlâ sömürülüyor ama bu kez daha ince bir üslupla iş kılıfına uydurularak. Batıcılık, Türk bürokrasinin her türlü şeklini kullandı. Önce jakobenleri, sonra sağcıları, sonra İslamcıları. Türk bürokratları da açıkçası Batıcılığın zamanın ruhuna göre  beliren biçimlerine girmekten çekinmediler, bundan geri durmadılar. Batı çünkü zehirli balını, bu, durmadan kılık değiştiren formlar, tarzlar diyebileceğimiz akışkanlıklar üzerinden akıttı. Modernlik, Batıcılık vaadiyle gelmeyen hiçbir bürokrasi, lider başa geçemedi.

Açıkçası insanımız, iliklerine kadar hem maddi hem de manevi enerjisiyle sömürüldü. Kandırıldı. Muhalefetle iktidara geçen muhalefetleri bile düşünün Batı bürokratları belirlemişler. Sadece bize oynamışlar, derinlerde değişmeyen bir durumun yüzeyde değişen görünümleriyle. Arka planda hiçbir farklılık yok. Yani her iktidar değişiminde kullanılan halk, bir kez daha muhalefet oyunuyla yine bir kata kulleye getirilmiş oldu.

Bugün İslamcı bir hükümet döneminde yaşıyoruz. Bugün dolar 19 lira. Yani aslında Batı’ya çalışıyoruz. İki yüz yıldır topraklarımızda canhıraş biçimde emek veriyoruz, emeklerimizin karşılığını da Batı kapitalizmine yediriyoruz. Borçlanıyoruz Batı’ya faiz ödüyoruz. Borçlanmasak da dolar üzerinden yine aynı faizi ödemek zorunda bırakılıyoruz.

Türkiye’de hakikaten neler oldu, neler oluyor? Bunu on veya yirmi yıllık aralıklarla bir şekilde yayımlanan gizli belgelerden, itiraflardan öğreniyoruz. Çünkü bu belgelerin ifşasıyla da yeni bir oyun, dalavere kuruluyor.  İyi ve güzel zannettiğimiz şeylerden dolayı dolandırıldığımızı görüyoruz. Böylece geleceğimizi, umuda dair diri hislerimizi öldürüyoruz. Güven duygumuz, hayata olan saygımız azalıyor.  İnsanımız bunu hak etmiyor. Bugün Türk siyasetinde hükümetlere karşı güven epey azalmış durumda. Siyasetin arkasındaki karanlık, insanımızdaki politik canlılığı çoktan kötürüm etti. Ben, artık oy kullanmıyorum. Politik tartışmalara ve atışmalara kulak bile vermiyorum. Benim insani bir cevherim var. Bunu onlara harcatmak, yedirmek istemiyorum. Hayatımın tek bir saniyesini bile bir politikacıya harcamayı kendime zül sayarım.

Ve bir gün tarihe bakınca, bürokrasimiz yaptıklarından utanacaktır. Genç Türkiye’nin gücünü, sinerjisini nasıl hovardaca kullandığını görünce pişmanlık duyacaktır. Çünkü millette her enerjikliğin bir sırası, demi, tarihsel bir önemi vardır. Aynı enerjiler, şevkler zamanında verimli kullanılmadığı için biter. Sonrasında aransa da bulunmaz bir cevhere dönüşür. Partiler, milletin kendilerine dönük tarafını çoktan bitirdiler. Sönümlediler. Partiler, milletin dışına düştüler. Oradan gazel okuyorlar.

Bu partiler sayesinde gelecek olan hiçbir ideali, geleceği ve çağı paylaşmıyorum. Bunu insan olduğum için, insanlığım adına yapıyorum.

Son tahlilde, bugün Türkiye’de, siyasetin evreninde göz kamaştıracak bir yıldız yok. Orası boş, bomboş. Yazık. 


Y. Türk


1 Nisan 2023 Cumartesi

DÖŞ DEMENİN DEĞİŞİK BİR MANEVİYATI VAR

 

Önceleri pek kullanılmaz bir kelimeydi, döş. Birçok şiirimde sanırım kullandım. Göğüs, kelimesi belki de hafif kaçtı; döş daha bir sesli ve güçlü bir kelime. Canlı. Söylenirken, üstünde bir nefesle gelmesi daha kuvvetle muhtemel. Benim aklım bir döş aklıdır. Bir döş kavramasına sahiptir. En iyi bilmeyi ben, döşten bilmek diye anlarım. Ve yanarsam döşle yanarım. Döşle kavrarım, döşle anlarım, döşle duyumsarım.

Döşüm tıpa tıp ben. Döşüne, döşündeki hayale benzer insanın yüzü. Döşümle hemfikir yaşadım ben. Benim her şeyim orada: İlkelerim, inançlarım, hassasiyetlerim, onurum; kısaca şahsiyetim. Karakterime suyunu veren kerim yerimdir, Rabbimin beni ben eylediği yerdir döşüm.

Döş, geniş bir mekân. Daima bir sonsuzluk anı var, orada. Ebediyetle ıralı. Adem’e ve Havva’ya kadar uzanıp giden ve bunu da aşabilen bir hafıza diyarı. Bilmiyorum, belki de döş, göğüs kafesi altına konulmuş bir gök türüdür. Sema kadar geniş çünkü. Döşümde Tanrı’ya dair bir ev var.  Ve Tanrı döşte kaldıkça döş, döştür.

Döşümün gönlüyle yaşadım. Naralarımı döşümün dağlarında, ovalarında, çayırlarında attım. Hüznümü orada yaşadım. Tesellimi, muştularımı ve neşelerimi oradan aldım. Yorgunluğumda yastığı, döşeği ve yıldızlı geceyi oradan edindim. Orada yetiştim. Yetiştirildim. Murad yolunda döşüm tarafından yürütüldüm.

Döş, insanın bilgisini, tabiatını ve hissiyatını koruyor.  Döş olmasaydı, hakikat bilinebilir miydi ve ne kadar hissedilebilirdi? İnsanı, toprakta bilge, taze ve şevkle tutan; yerde güvenle güden bir alemdir, döş. Tanrı bizi döşümüze emanet etmiş.

Yazının başından beri döş derken sanki ey diyormuşum gibi bir hâl var içimde. Ve döş kelimesi bir ey ünlemesi gibidir.  Döş demenin bile değişik bir maneviyatı var.


Y. Türk

DEĞİNİ

 

Yücel Kayıran’la felsefeyi, hayatı, rızkı, inancı konuşmak hakikaten sevdiğim bir şey. Ayrıca poetikaya dair de. Derin bir adam Yücel Kayıran. Olgun. Güven verici. Sakin.

Akşamdan sabaha dek kesintisiz şekilde, sohbet edebiliriz Yücel Kayıran'la. Saatlerin nasıl akıp gittiğini gerçekten bilmeyiz, fark etmeyiz. Bu topraklar iyi şairler veya filozoflar yetiştirdi. İkisini birden olmuş Yücel Kayıran. Maraş depreminden sonra diyaloglarımızdaki ırmak daha bir derinleşti. Bu toprakların kaderi kendi kaderimizmiş gibi. Bu kader birlikteliğinde diyaloglara girmek yüreği serinletiyor, ayakta tutuyor. Yeni yeni anlıyorum, felsefenin neden diyaloglar üstünde inşa edildiğini. Modern felsefede bu, epeydir yok. Bu, olmadığı için felsefe kendisine zarar verecek derecede dondu; akademik metinler haline geldi. İç içe girmiş ip yumakları gibi birbirine dolaştı. Felsefeye hayat veren dört şey var bence: 1. Diyalog  2. Fragman 3. Varlığa(doğaya) yakın olmak 4. Toprak, bölge, coğrafya.

Spinoza ve Kierkegaard okurken zevk alırım. Aynı zevki M. Heidegger veya Althusser metinlerinde bulamam. M. Heidegger ve Althusser, daha kuramcılar, felsefede. Fakat Kierkegaard, neredeyse felsefenin denemecisidir. İsterseniz deneme diyerek haksızlık etmeyelim, felsefenin şanına yakışır bir şey olsun bu: fragman. Spinoza, bu iki grup arasında bir yerdedir.

Varlıkla beraber olmak, bilhassa toprakla, bence felsefe yapmanın önemli şartı. Sadece kütüphanelerde doğum yapan felsefede bu eksikliği hissedersiniz. Heidegger, Kara Orman Dağları’na niye gitti dersiniz.  

Ve felsefedeki coğrafya etkisi yabana atılamaz. Felsefe bu topraklarda, yaşadığımız bölgelerde ve bunların civarında ortaya çıkmış bir şeydir. Anadolu’da, çevresinde, Ege’de, Atina’da…  Kader peygamberlerini çoğunlukla bu topraklara atadığı gibi filozofları da buralara göndermiş. Avrupa, dinî ve felsefî anlamda bu topraklardan alıp gidiyor, dönüştürüyor, üstüne ekliyor. Ama kaynak burada. Ve Avrupa’nın alıp götürdüklerine ekledikleri şeyler, hiçbir zaman bu topraklardaki felsefe gibi berrak, canlı olmadı. Avrupa iklimi kapalı, nemli. Avrupa felsefesinde bir coğrafya engeli bulunuyor. Felsefenin eski anavatanı olan coğrafyada güneş var, açıklık var, gök çok yakın, bu coğrafyanın tinselliği güçlü. Yani felsefeye giden yollar hem yerden hem gökten ayarlı. Tefekkür eden personanın önü açık. Dilin de.

Y. Türk

11 Mart 2023 Cumartesi

Ümit Yıldırım, Güle Yaza Edebiyat




Türkiye’de komünizmin varlığı -böyle bir şey ne kadar var- komünist partilere öyle ahım şahım denecek derecede borçlu değildir. Bu varlığın borcu Nâzım Hikmet'edir . Şöyle de düşünelim: Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’u çekip aldığınızda İslamcı camiada etkili olabilecek denli parti falan kalmaz. Şairaneliğin, sanatçılığın ideoloji ve fikir üzerindeki etkisinden bahsediyorum.

Cumhuriyet’in başlangıcı biraz Rönesans gibidir. Daha doğrusu Rönesans’ın bir taklididir. Sanatçılarla, şairlerle ve fikir adamlarıyla başlamıştır cumhuriyet. Yunus’u tekrar sözün başlangıcına, modern şiirin başına, yerine çağıran da bu tutum olmuştur.

Sözü, Ümit Yıldırım’ın yeni derleme kitabı ‘Güle Yaza Edebiyat’a getireceğim. Ümit Yıldırım, bir zamanlar farklı edebiyat ortamlarında sık sık  anlatılmaya değer görülmüş, bazı şair ve yazarların hatıralarını bir araya toplamış. Kitapta; duyduğumuz, okuduğumuz metinler, olaylar, komiklikler olduğu gibi hiç işitmediklerimiz de var.

Kitap, aslında bir şairler ve yazarlar magazini. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde böylesi bir olay vardı. Basın ve yayım dünyasının magazini onlar üzerinden dönerdi. Toplum onların muzipliklerini ve fikirlerini konuşurdu. Kitap okuyan, yabancı dil bilen mürekkep yalamış insanlardı, bunlar. O zamanlar için haklı bir şekilde Türkiye’nin kanaat önderleri. 



Yeprem Türk