6 Mart 2020 Cuma

Oryantalizmden arz-ı mevu'd’a



 Ah! Oryantalizm. Bugünkü yaşadığımız acı olayların, kaosun ilk müsebbibi. Sömürgeciliğin, aşağılanmaların, dökülen kanların, yerinden edilen insanların yaşadığı trajedilerin fikrî alt yapısı.

Oryantalizmle Müslümanlar; metafiziğinden, ilahî ışığından koptu. Onun yerini kozmoloji düzeni aldı. İnsanımız böylece hayat, sağlık üreten ve yaşama can katan ana kaynağını yitirdi.

Kozmoloji inşasının ardından, müminleri ideoloji bombardımanına tuttular. Onları belde belde bu ideolojiler ile ayırdılar, paylaştılar. Birbirleriyle karşı karşıya gelmeleri için ne gerekiyorsa yaptılar.

Ve ardından onları dünyaya barbarlar olarak tanıttılar.  Kurdukları kan dökücü örgütlerle inancımızı terörize etmeye çalıştılar.

Oryantalimle imanımızı, kültürümüzü, felsefemizi, sanatımızı değersizleştirmeye tabi tuttular.

Son geldikleri nokta da mead bilgimizi, hissimizi öldürmeyi denemek oldu.
Şehadet kavramını milletimiz nezdinde yok etme propagandası, bu aşamalardan biridir, nihayetinde.

Biz, hayatın anlamını, ölümden alarak çözen bir milletiz. Mead ve mebde arasında gidiş gelişlerle insanlığımıza, eşyaya mânâlar veriyoruz. Şehadetin hayatımız üzerindeki yerini infilak ettirdikleri takdirde önce bu hayat ve düşünüş tarzının ardından da ölümün anlamını kaybedeceğini biliyoruz. İnsanın biçilmiş ekinler gibi köksüz kalacağını da. İnsanın neyi, niçin, nasıl yaptığı bilgisini kaybedeceğini de. Sonsuzluk yiterse, ahret inancı kaybolursa düzensizliğin baş göstereceğini, insanların adalete ve ilahî makama, hatta birbirlerine olan güvenin biteceğini, nedensiz yere birbirlerini öldüreceklerini, düşünme yetilerini yitireceklerini, vatanlarını ellerinden çıkaracaklarını İslâm bilginleri söylemiştir. 

Diğer yandan da şehadet kavramına saldırı yapılırken onun yerine arz-ı mevud servis ediliyor. Son aşama şimdilik şu:  Oryantalizmden İsrail'in arz-ı mevu'd’una.

Yeprem Türk

1 Mart 2020 Pazar

&



Bir kriz üstünde gidiyoruz. Ama nihayetinde belli toplumsal ve ekonomik görüşlerinde işleyemez duruma doğru gittiğini görüyoruz. En büyük değişiklik kapitalizmde olacak. Kapitalizm, dünyayı her açıdan doldurdu, alanında sıkıştı. Artık işler değişecek. 

Formalizm geriye çekilecek. Bundan üç dört yüzyıl önce dünyanın üstü başı dağınıktı. Ama mutlu bir küreyi temsil ediyordu, yerküre. Şimdi şekle aşırı yüklenmiş, neredeyse onu kusursuz hala getirmiş bir sistemle karşı karşıyız. Kusursuzluğun ötesi yoktur, insan için. Para tamam, şekil tamam ya duygu. İşte orası bir türlü kapanmayan yara. Şekil, gürültüyü ve hızı getirdi. Şekil her gün şekilden şekle girdi. Moda diyebileceğimiz bir dünya tarihi yaşadık. Ve bu tarih, durmaya başladı. Üretim ve tüketim kendisini, zirveden düşüşe saldı. Sarsıntı bundan. Aşır para çağı olarak kalmamızdan. Paranın dağılmamasından, belli yerlerde büyük tepeler halinde birikirken diğer bir yerde şıngırtısının dahi duyulmamasından. Çalab'ın böylesi bir dünyayı sevdiğini düşünmüyorum. İnsan kalan hiç kimsenin de. Sarsıntı olacak. Her kıtlıkta ve kargaşada bir Yusuf çıkacak. Siyasi bakışlar değişecek. Kadim bir renk doğacak. Bölüşümcülük ve derinlik hayatımıza sinecek. Ve kendi insanını da yanında getirecek.

Yeprem Türk


&


Modernlik de muhafazakârlık da bitmiş durumda. Kemalizm’i saymıyorum bile. Bu üçünün de Türkiye’ye verebileceği bir şey kalmamıştır.  Üçü de artık korumacıdır. 
Üçünün de korumak istediği başarısız bir geçmişi vardır. Geleceklerini, içe kapanmalarda ve biteviye kendilerini savunmada görüyorlar.

Kemalizm yüzünden ülkeyi savunamaz hale geldik. İslamî düşünceye Türkiye’de rahat ettiremez olduk. Bin yıllık siyasî, felsefî, fıkhî geçmişin cumhuriyet düşüncesinin içine girişini tamca sağlayamadık. 

Bin yıllık önemli  yolculuğu durdurduk. 11. ve 13. Yüzyılda oluşmuş, filiz ve boy vermiş,  büyük imamları ve düşünce adamlarıyla ortaya çıkmış, dünyaya kolaylıkla da yayılmış birikimimizin cumhuriyet içindeki durumunu hâlâ tespit edemedik.

Ne saf reddiye ne tam korumacılık. Siyasette 1071 ruhu, düşüncede temel olarak 11. ve 13. yüzyıl birikimi, yeni çağa kabuklarını atmış bir tohum olarak  girmedikçe yeni ruh da oluşmayacaktır, kurulmayacaktır.

Yeprem Türk

&



Batı demişken, devam edelim.

Eee,  Batı’yı bu denli yererken,  bugün Suriye’den Batı topraklarına kaçan insanları görmüyor muyum?

Hatta İslam dünyasından.

Bizim topraklarımızda bu denli acımasız olan Batı’nın, kendi topraklarında bize karşı ne kadar zalim olabileceğini de siz bilmiyor, değilsiniz.

Dikkat edin. Kuşları kafese kıstırırsanız, kuş kafesten çıkmak için onu kafese tıkanın eline, yani kapıya doğru kaçmaya çalışır. Ama kafesten dışarı çıkınca da o kuşları artık ne sizin eliniz ne kafesiniz ilgilendirir.

Türkiye, bu kafesin kapısını tutan elden medet ummadı. Başka bir yerden uzun sürse de kafesi delmeye çalıştı. Ve deldi de. Ve Batı’nın dünya üstündeki kafesinin delinmesi, kırılması insanlığa umut vaat ediyor.  Çünkü Batı fikri bile bizi acayip derecede bunaltmaya yetiyor.

İnsanlar yeşil, sulak yerde; oturma makinesi olan evlerden öte, toprağa sırt vermiş;  özgür, şerefli bir hayatın peşinde.

Bu idea da Batı ile hiç uyuşmuyor.

Modernizm, bugün gençlere tiksinti verecek kadar eski. Kaba. Ve çıkmaz sokak.
Bitirilmesi gereken hedef: Modernizm.

Yeprem Türk




Modernizm



Osmanlının çöküşünden bu yana meydana gelen evrensel alternatif yaşama biçimine modernizm diyebiliriz.

Modernizm, ulusçuluğu ön plana çıkarmasıyla medeniyetin tersidir. Hatta ideoloji üretimiyle medeniyeti en ufak ayrıntılarına kadar parçalamış bir yapıdır.

İslam dünyasındaki bu Avrupai birikim eleştirildikçe modernizm, modernizm eleştirildikçe de ideolojiler eleştirilmiştir.

Ve bu eleştiriler bir medeniyet ekseninden yapıldıkça İslam dünyası ideolojilerden, dolayısıyla da modernizmden kopmaya doğru gitmiştir. Hatta ideolojiler ve modernizm İslam dünyasındaki entelektüel kapasiteyi aşındırdıkça, yitirdikçe kendisini ifade etmek için daha küçük çaptaki yapılara yönelmiş ve diğer bir ayağıyla da terör örgütlerine kadar inmiştir.

Entelektüellerimiz, hayatı ve insanı medeniyet açısından okumaya başladıkça da modernizm geri çekilmeye başlamıştır.

Dün, Doğu’ya hümanizmle gelen Batı’nın bugün neden silah yüklü gemilerle dayandığı önemlidir.

Aslında bu, bir bitiş sirenidir.

Türkiye yüzyıldır modernizm üzerine kafa yordu. Bu uğurda epey yol kat etti. Modernizmi, medeniyet fikriyle aşabileceğini gördü. Ve modernizme direndi, çünkü alternatif olmak istedi. Üstelik direnmeyenler, tüm hikâyesini de kaybediyordu.


Yeprem Türk

26 Şubat 2020 Çarşamba

KURULUŞ, Mart - Nisan 2020, Sayı 38







Değil Leviathan. O, doğanın devleti. İnsan için kâfi değildir doğanın vicdanı.


Fıtratımız devletimizdir.

...

Saadet içinde yaşasın sarı öküzümüz, kuzumuz, keçimiz, sunamız, kekliğimiz.

Güzel tutsun bahçelerimiz, doğru yazsın kitaplarımız. 


                                                                     ÇIKTI

29 Ocak 2020 Çarşamba

BİRNOKTA ve MÜRSEL SÖNMEZ



İnsanın hoşlanma şekilleri de değişti. Evvelden güzel ve iyi şeyler seviliyordu. W. Shakespeare’in de dediği gibi ‘…eski kalemler güzelliği yazarmış.’  Eski demeyelim de isterseniz kadim diyelim. Şimdi içinde bulunduğumuz çağı kastederek söyleyelim: İnsanın güzellikten nefret ettiği böyle bir devir var mı tarihte?  Zannetmiyorum. İyilik, güzellik çiçeği Baudelaire’den bu yana: Şer çiçeği. Çirkinliğin estetiği zirve yaptı. 
Bir de bunun tersi var tabiî.
İnsanları canavar yapmak istiyorsanız suni ve aşırı estetize edilmiş bir dünya ile kuşatın. Gerçekliği olmayan güzellik, hep kaosa ve vahşete çıkmıştır. Estetik, doğallıkla değilse güzellik değildir, aslında.
Böyle bir ilişki de yeni ile eski kavramlarıı arasında var.
 Eski, gençlere tiksinti verir. Yeni ise şımarıklık. İkisini de barıştırmalı. Eski değil de kadim anlatmalı.
Eski bir Avrupalı siyasetçi demişti: Doğrular eski; yeniler de yanlış, diye.
Güzel olanı: Hem doğruluk hem yenilik.
Bunları niçin söylüyorum?
Birnokta dergisi ve şair Mürsel Sönmez’in son şiir kitabı Divan-ı Niyaz için.

Birnokta dergisi, bu gibi akımların dışında bir dergi. Kendi gerçekliğinde. Fıtratında. Derin ırmaklar gibi sakince akıyor. Nuri Pakdil, Fethi Gemuhluoğlu ve İlhami Çiçek süreğinde. Ben buradayım bile demiyor. Dikkat çekmeden dikkat çekiyor. Doğal bir sanat çabası var. Sanatta pişkinlik çünkü kötüdür. Hakikât ve tabilik üzerine kurulu bir söz düzeni var.

Birnokta dergisi estetiğini tarif et deseler aşağıdaki üçlüğü söylerim.

Ey gönül ustası
Ağzın bal kovanı saçların oğul
Kalbimiz tekil, duamız çoğul
 (Dokuz Kandil)


Divan-ı Niyaz da bu anlattıklarımı edinmiş bir kitap. Bir Efendi’ye arz-ı hal tarzında yazılmış. Günümüz şiirinin alışık olmadığı bir eser. Aslında şiirlerde epey yeni duygu çeşitlemeleri var. Ama melamî gibi, bu yenilikler eskinin saçakları altında gizli tutulmuş. Şiirde bir Hafız Burhanlık Divan-ı Niyaz. Eskimek bu kitabın işine yarar. İkiliklerle örülmüş:

‘Rahmeten lil âlemîn’ sizden bakıyor bize
Bunu böyle belledi böyle inandı gönlüm'


Yeprem Türk