9 Şubat 2017 Perşembe

Ekoller

Son yüz yıl içinde yetişen alimlerimizin Türkiye’ye, İslam alemine yeterli katkı sunamayışları hep dikkat çekmiştir.
Açıkçası İslam dünyasını yerellikten cihanşümul manaya ulaştıran, medreselerin, ekollerin ve felsefelerin ışığının zayıflamasının bunda büyük rolü vardır.
Örneğin, Nizamı Mülk ve Sahn-ı Seman  medreseleriyle devam eden İslam ekolünün ve felsefesinin eski parlaklığından uzak olması bu eksikliği fazlasıyla hissettiriyor.
Bugün dünya üzerinde bu anlamda şu ekollerden bahsedebiliriz. 1) El- Ezher ekolü. (Bu ekolün Nizami Mülk ekolüne karşı kurulduğunu söyler tarih. Ali Bulaç, örneğin burada yetişmiştir.  2)Tunus Ekolü. 3) Malezya Ekolü. (Zevk ve estetik ön plandadır.)
Aynı ekollerden yetişen alim ve siyasetçilerimizin bizim derin tarih ve felsefemizle derin bir ilişki kuramadıkları görülür.
Yani aslında alimlerimizi İslam’ın kendi mecrası içinde yetiştirecek bir ekolün sıkıntısını çekmekteyiz.
Nizamı Mülk medreseleriyle merkeziyet kazanan, Sahn-ı Seman yani Fatih Üniversiteleriyle süren bu temel ekole, cumhuriyet döneminde neşter vurulmasıyla bu alandaki sıkıntımız büyümüştür. Marmara İlahiyat Fakültesinde küçük bir sahaya hapsedilmiştir, bu ekol bugün. Bu ekol, başlangıcında bu yana Mehmedi bir ekoldür. Ve çağımızda, az sayıda ve yetersiz alim yetiştirdiğinden; M. Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil... gibi şair ve edebiyatçılar tarafından temsil edilmektedir. 


Y.Türk

5 Şubat 2017 Pazar

Bir Kere Millet Olma


Bu grubun, bir toplumun bir heves, bir ideoloji kapsamında bir araya gelmelerinde, onların bir millet olduklarını düşünmemek, daha kuvvetli bir görüş olur. Çünkü grup ve toplum dağılınca onları toplaştıran ilham da bitiyor. Bu durumda, köklü bir değişime, yeniliğe ve oluşuma kapı aralamıyor, bu tür toplumsal çıkışlar. Selef ya da diğer adıyla bir tarih bulmakta, aynı mantık gereği zorlanıyorlar. Çünkü kendileri de zamanında halef gibi davranamamışlardı. Amerika milleti dediğimiz kapitalist ilham çerçevesinde bir araya gelen topluluk, bu örneğe uygundur.

Millet olma hali, Yahya Kemal’in ‘biz ölülerimizle birlikte yaşarız’ sözünü haklı çıkaracak şekilde, ölülerin ve sağların üstünde yaşar.

Yani insanlar bir kere millet olurlar. Gelecekte ise bunu sürdürürler. Milletin, toprağın altındaki kısmı ile üstündeki tarafının bir şekilde derin bir ilinti içinde durması bundan. Aslında bir millet ağacı dayanıklı mı değil mi, toprak altında kalan kökleri ile ölçülür.   Bu nedenle, kadim milletler; sık sık, başka başka millet oluşumu içine girmezler. Mehmediler, bu tür bir yapının asli prototipidir.



Y.Türk

4 Şubat 2017 Cumartesi

VAR


15 Temmuz ruhunu kendisine ülkü edinene.
Aşkı iki katlı bir ev gibi görüp onun bir katını bu dünyada diğer katını bekada görene.
Gülü, yaşamına felsefe yapma yeteneğine sahip olana.
Gerçeği görür gibi geleceğe dair gündüz gözüyle rüya kurana.
İlhamın şeytanının milleti dolandırdığını kavrayana.
Anadolu’nun iliklerinde arşın gıdası vardır, diyebilen. Bu vitamini muhafaza edene.
Kendisini, bir insan olarak dünyanın ilk günündeki gibi heyecanlı bulana.
Allah’ın bir gün, o günü, o kuruluş gününü, dünya yaşam piyasasına sunacağına inanana.
Hayat evinin mahzeninde şeytanları kilitli tutan, üst katlarda melekleri yaşatana.
Kalbimizi Halep’ten, Bosna’dan, Afrika’dan beri eyleyelim de batalım mı? Şeklinde düşünene.

Modernliğin son zamanlarını yaşayan adamlara, son alanlarını adımlayan aykkabılara; geleceğin yeni, orjinal kapısını açan zekalara, uhrevi geniş zamana dokunan ellere; kelimeleri ilk kez o dünyanın ahengiyle konuşan dillere; merhameti ve sevgiyi atıldığı yerden kaldırıp, alnından öpen, doğrultan, hak ettiği yere koyan kollara; devleti, milleti doğaçlama bir hal içinde adaletle hükmettiren felsefeye. İhtiyacımız var.



Y.Türk

DİYE BİR ŞEY YOK

Daha fazla
"Anadolu mayası" Safevi mayasıdır.


Hakan Arslanbenzer, bu aralar twitter’dan falan ilginçlik ve tarihi bakımdan  da ayıplık gösterecek şeyler paylaşıyor. Örneğin askerimize neden Mehmetçik dendiğini anlamayarak, bu kavramı redde yönelmişti. Şimdi Anadolu İrfanı’nı ‘Safevi Maya’ şeklinde adlandırmış. Üsküdar’da bazı İslamcı şairler, şarhoşluk verici maddeler alarak mı yazıyorlar artık, bilmiyorum. Arslanbenzer şimdi söyler ki ‘twitter'daki paylaşımlarıma bakmayın. Onlar sağlaması yapılmamış şeylerdir.’ Demezler mi? Dostum, sağlamasını eylemediğin bir şeyi, niye insanlara sunuyorsun. Tarih adına konuşayım. Anadolu İrfanı’ Malazgirt Harbiyle başlar. Yani Mehmedilerin Anadolu’yu yurt edinmesiyle hız alır. Örgüsü Yunus’tandır. Anadolu İrfanı’na ‘Safevi Şeysi’ demek kuzuya kedi demek gibi bir şeydir. Gerçi Arslanbenzer’in bu türden yanlışlarına alıştık. Bir konuda iyi kötü bir tespit yapıyor, Arslanbenzer, ancak tutturamıyor.  Arslanbenzer’in yazdıklarında ve fikir etme sanatında bir kişilik yok. Asıl sorun burada. Durmadan değişen bir bünye var. Bir bakarsın Harlem zencileri gibi takılır Arslanbenzer, bir bakarsın Everest dervişleri gibi.

Heves kapsamında görüşler belirtiyor, Arslanbenzer. Bu yüzden artık Fayrap okumuyorum. Bir ara işte şu fikirdir, şu da şairdir dedi, ama hep ıskaladı. Bu sebeple Fayrap’tan uzak duruyorum. Fayrap bütünüyle 15 Temmuz öncesi dünyayı temsil ediyor gibi. Oradan sıyrılamadı.  Bakarsam Arslanbenzer’e, ara ara, o da twitter'dan.

 Aslında Hakan Arslanbenzer için bir eşletiri kitabı düşünüyordum. Epey de yol kat ettim. Ancak Anadolu İrfanı’na Safevi Mayası diyen biri hakkında kitap yayımlamanın insanı temsil ettiği irfan cephesinden küçük düşüreceğine inanarak, Arslanbenzer’e dair bu kitabın taslağını sildim. Böyle bir kitap olmayacak yani. Emeğime yazık.


Y.Türk

23 Ocak 2017 Pazartesi

Şiir, Nesir

Karabatak Dergisi. Sayı 26. Konu olarak felsefe ve edebiyat ilişkisi nedir? Sorusu işlenmiş, bu nüshada. Ş. Teoman Duralı, edebiyat ile felsefeyi birbirinden ayırmak zorundayız demiş. Metni boyunca özellikle şiir ile felsefenin farklı dünyalarına değinmiş. Aynı sayıda bir başka yazar, Enes Günaslan, tekrar edebiyat ile felsefenin aynı hale geldiği ana gelmeyiz, şeklinde bir cümle kuruyor. Gerçi daha önce okuduğum bir eser olan Başka Bir Estetik’te Alain Badio, şiir ve felsefeyi durmadan birbiriyle kavga eden ama yine boşanamayan bir çifte benzetmişti. Cemal Süreya, biz felsefeyi şiirle yaparız, diye düşünür. Bana kalırsa felsefe, nesir ortaya çıkınca ihtiyaç duyulan bir şey oldu. Çünkü felsefe şiirdeki kainata özenen nesir alemi gibi duruyor.


Y.Türk




ULU NOKTA


15 Temmuz direnişi, şahsiyetimin ve milletimin bir dönüm noktası oldu.
O gece birçok şey ‘akledenler için’ görüldü, ayrıştı, ayan beyan ortaya çıktı.
Göğün, doğanın, yerin ve toplumun anlamı insanımızda bir mantığa kavuştu.
Göğü anlamayan yer; ruhu anlamayan beden; özü ıskalayan biçim duldu. Eşini kaybetmişti.

Doğu’nun ve Batı’nın nüansları iki yaka gibi çözülmüştü.
Savaşlar arasındaki temel farklar belirmişti.
Batı insanı, ayakta kalmak için  ilkel duygu ve hareketlerini vahşice ortaya çıkarırdı. Bu içgüdüydü. Bizim geleneğimiz ölüm kalım mücadelesinde ulu bir ruha sırt verirdi. Bu da nefesti.
Birisinde yer sefilleşir, maddeleşir; diğerinde arşın gıdası yer ederdi.
O gece insanımız farklılıklarını manevi bir kompozisyona nakşeyledi.

O geceye kadar insanlarımızın farklılıkları  dünyamızın üstünde yamalar şeklinde dururken; o gece tüm farklılıklar uyumlu müthiş bir zenginliğe nefis bir kareografiye dönüştü.  

y.türk

Bir Nevi




Bir okuyucum dedi ki: ‘15 Temmuz’a Yakma’ şiirinizde geçen başlıklar ilginç. Bazıları bana bir anlam vermiyor. Sadece yüreğimi hoş ediyor. Orada bir müzik olarak tınlıyor.

Evet, bu kitaptaki başlıklar öyledir. Gönül duyacağı, Ulu şırıl gibi tamlamalar vardır, eserde. Bunları  şiir atölyesinde kurgulamadım. 15 Temmuz direnişinin kalbi öyle istemiştir benden.

Bizler, 15 Temmuz Direnişi’nin ruhunu fiil ve maneviyat sahasında yaşadık daha. Orada bir pırıltı gördük. Bir milletin hayatından bir hale karşımıza çıktı. Bu ışığın mana olarak cümleleri tam olarak henüz edebiyat sahasına girmedi. Belki yeni yeni yazılmaya başlandı.

15 Temmuz Direnişi’nde açıkçası öyle şeyler yüreklerimize aksetti ki, bunları karşılamaya hali hazırdaki dilimizin kıratı yetmedi.

15 Temmuz Direnişi doğaçlama bir hareketti. O gün bu savaşa iştirak edenler doğaçlama olarak bir araya geldiler. Doğaçlama bir millet halini almamız, bundandı 15 Temmuz’da. Aslında Mehmediler dediğim millet tipi de böyle bir şeydir. Bu doğaçlama millet, bizim gerçek milletimizdir. Ve ‘ulu şırıl’ benzeri şeylerde bu doğaçlamanın(nefesin) bir nevi şiire yansımasıdır.


y.türk