4 Şubat 2017 Cumartesi

VAR


15 Temmuz ruhunu kendisine ülkü edinene.
Aşkı iki katlı bir ev gibi görüp onun bir katını bu dünyada diğer katını bekada görene.
Gülü, yaşamına felsefe yapma yeteneğine sahip olana.
Gerçeği görür gibi geleceğe dair gündüz gözüyle rüya kurana.
İlhamın şeytanının milleti dolandırdığını kavrayana.
Anadolu’nun iliklerinde arşın gıdası vardır, diyebilen. Bu vitamini muhafaza edene.
Kendisini, bir insan olarak dünyanın ilk günündeki gibi heyecanlı bulana.
Allah’ın bir gün, o günü, o kuruluş gününü, dünya yaşam piyasasına sunacağına inanana.
Hayat evinin mahzeninde şeytanları kilitli tutan, üst katlarda melekleri yaşatana.
Kalbimizi Halep’ten, Bosna’dan, Afrika’dan beri eyleyelim de batalım mı? Şeklinde düşünene.

Modernliğin son zamanlarını yaşayan adamlara, son alanlarını adımlayan aykkabılara; geleceğin yeni, orjinal kapısını açan zekalara, uhrevi geniş zamana dokunan ellere; kelimeleri ilk kez o dünyanın ahengiyle konuşan dillere; merhameti ve sevgiyi atıldığı yerden kaldırıp, alnından öpen, doğrultan, hak ettiği yere koyan kollara; devleti, milleti doğaçlama bir hal içinde adaletle hükmettiren felsefeye. İhtiyacımız var.



Y.Türk

DİYE BİR ŞEY YOK

Daha fazla
"Anadolu mayası" Safevi mayasıdır.


Hakan Arslanbenzer, bu aralar twitter’dan falan ilginçlik ve tarihi bakımdan  da ayıplık gösterecek şeyler paylaşıyor. Örneğin askerimize neden Mehmetçik dendiğini anlamayarak, bu kavramı redde yönelmişti. Şimdi Anadolu İrfanı’nı ‘Safevi Maya’ şeklinde adlandırmış. Üsküdar’da bazı İslamcı şairler, şarhoşluk verici maddeler alarak mı yazıyorlar artık, bilmiyorum. Arslanbenzer şimdi söyler ki ‘twitter'daki paylaşımlarıma bakmayın. Onlar sağlaması yapılmamış şeylerdir.’ Demezler mi? Dostum, sağlamasını eylemediğin bir şeyi, niye insanlara sunuyorsun. Tarih adına konuşayım. Anadolu İrfanı’ Malazgirt Harbiyle başlar. Yani Mehmedilerin Anadolu’yu yurt edinmesiyle hız alır. Örgüsü Yunus’tandır. Anadolu İrfanı’na ‘Safevi Şeysi’ demek kuzuya kedi demek gibi bir şeydir. Gerçi Arslanbenzer’in bu türden yanlışlarına alıştık. Bir konuda iyi kötü bir tespit yapıyor, Arslanbenzer, ancak tutturamıyor.  Arslanbenzer’in yazdıklarında ve fikir etme sanatında bir kişilik yok. Asıl sorun burada. Durmadan değişen bir bünye var. Bir bakarsın Harlem zencileri gibi takılır Arslanbenzer, bir bakarsın Everest dervişleri gibi.

Heves kapsamında görüşler belirtiyor, Arslanbenzer. Bu yüzden artık Fayrap okumuyorum. Bir ara işte şu fikirdir, şu da şairdir dedi, ama hep ıskaladı. Bu sebeple Fayrap’tan uzak duruyorum. Fayrap bütünüyle 15 Temmuz öncesi dünyayı temsil ediyor gibi. Oradan sıyrılamadı.  Bakarsam Arslanbenzer’e, ara ara, o da twitter'dan.

 Aslında Hakan Arslanbenzer için bir eşletiri kitabı düşünüyordum. Epey de yol kat ettim. Ancak Anadolu İrfanı’na Safevi Mayası diyen biri hakkında kitap yayımlamanın insanı temsil ettiği irfan cephesinden küçük düşüreceğine inanarak, Arslanbenzer’e dair bu kitabın taslağını sildim. Böyle bir kitap olmayacak yani. Emeğime yazık.


Y.Türk

23 Ocak 2017 Pazartesi

Şiir, Nesir

Karabatak Dergisi. Sayı 26. Konu olarak felsefe ve edebiyat ilişkisi nedir? Sorusu işlenmiş, bu nüshada. Ş. Teoman Duralı, edebiyat ile felsefeyi birbirinden ayırmak zorundayız demiş. Metni boyunca özellikle şiir ile felsefenin farklı dünyalarına değinmiş. Aynı sayıda bir başka yazar, Enes Günaslan, tekrar edebiyat ile felsefenin aynı hale geldiği ana gelmeyiz, şeklinde bir cümle kuruyor. Gerçi daha önce okuduğum bir eser olan Başka Bir Estetik’te Alain Badio, şiir ve felsefeyi durmadan birbiriyle kavga eden ama yine boşanamayan bir çifte benzetmişti. Cemal Süreya, biz felsefeyi şiirle yaparız, diye düşünür. Bana kalırsa felsefe, nesir ortaya çıkınca ihtiyaç duyulan bir şey oldu. Çünkü felsefe şiirdeki kainata özenen nesir alemi gibi duruyor.


Y.Türk




ULU NOKTA


15 Temmuz direnişi, şahsiyetimin ve milletimin bir dönüm noktası oldu.
O gece birçok şey ‘akledenler için’ görüldü, ayrıştı, ayan beyan ortaya çıktı.
Göğün, doğanın, yerin ve toplumun anlamı insanımızda bir mantığa kavuştu.
Göğü anlamayan yer; ruhu anlamayan beden; özü ıskalayan biçim duldu. Eşini kaybetmişti.

Doğu’nun ve Batı’nın nüansları iki yaka gibi çözülmüştü.
Savaşlar arasındaki temel farklar belirmişti.
Batı insanı, ayakta kalmak için  ilkel duygu ve hareketlerini vahşice ortaya çıkarırdı. Bu içgüdüydü. Bizim geleneğimiz ölüm kalım mücadelesinde ulu bir ruha sırt verirdi. Bu da nefesti.
Birisinde yer sefilleşir, maddeleşir; diğerinde arşın gıdası yer ederdi.
O gece insanımız farklılıklarını manevi bir kompozisyona nakşeyledi.

O geceye kadar insanlarımızın farklılıkları  dünyamızın üstünde yamalar şeklinde dururken; o gece tüm farklılıklar uyumlu müthiş bir zenginliğe nefis bir kareografiye dönüştü.  

y.türk

Bir Nevi




Bir okuyucum dedi ki: ‘15 Temmuz’a Yakma’ şiirinizde geçen başlıklar ilginç. Bazıları bana bir anlam vermiyor. Sadece yüreğimi hoş ediyor. Orada bir müzik olarak tınlıyor.

Evet, bu kitaptaki başlıklar öyledir. Gönül duyacağı, Ulu şırıl gibi tamlamalar vardır, eserde. Bunları  şiir atölyesinde kurgulamadım. 15 Temmuz direnişinin kalbi öyle istemiştir benden.

Bizler, 15 Temmuz Direnişi’nin ruhunu fiil ve maneviyat sahasında yaşadık daha. Orada bir pırıltı gördük. Bir milletin hayatından bir hale karşımıza çıktı. Bu ışığın mana olarak cümleleri tam olarak henüz edebiyat sahasına girmedi. Belki yeni yeni yazılmaya başlandı.

15 Temmuz Direnişi’nde açıkçası öyle şeyler yüreklerimize aksetti ki, bunları karşılamaya hali hazırdaki dilimizin kıratı yetmedi.

15 Temmuz Direnişi doğaçlama bir hareketti. O gün bu savaşa iştirak edenler doğaçlama olarak bir araya geldiler. Doğaçlama bir millet halini almamız, bundandı 15 Temmuz’da. Aslında Mehmediler dediğim millet tipi de böyle bir şeydir. Bu doğaçlama millet, bizim gerçek milletimizdir. Ve ‘ulu şırıl’ benzeri şeylerde bu doğaçlamanın(nefesin) bir nevi şiire yansımasıdır.


y.türk

21 Ocak 2017 Cumartesi

15 Temmuz: 5




Şu vahiy ülküleri:
Bedir ülküsü olmasaydı.
Malazgirt ülküsü olmasaydı.
Kurtuluş Savaşı ülküsü olmasaydı.
Ve nihayetinde 15 Temmuz Harbi ülküsü olmasaydı.
Yaşamak istemezdim.
Allah’ım uzatma dünya sürgünümü benim, canımı al diye söylenir dururdum.
***
Milletimin de bu konumdan uzak olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü modernizm; halkımızın biçimini, geleneğini, mazmunlarını tutsak eylemişti.
Hem mana hem söz olarak toplumumuz, modern siyasa tarafından terk edilmişti.
Araçtan, kendine ait bir zaman ve mekanın duygusundan yoksundu. Ve bunları bir türlü elde de edemiyordu. Dünyada niye durulsundu.
Söz, politika ve kültür cephesinde mühimmat tükenmişti.
Kainattaki halimiz,  dünyadaki son gün, daldaki son meyve gibi görünmüştü.
***
Dünyanın sonuncu günü, birinci gününe bitişikti oysa.
Hicret fethe yakındı.
Kayboluş doğuşa uzak değildi.
Susmak, konuşmağa az kalmış demekti.
Güneş batmışsa, doğmadan gelmeyecekti.
Taleal bedru tınısı tepelerin ardından duyuluyordu.
***

15 Temmuz nefesi bize işte bütün bu duyguları baştan sona yaşattı.


y.türk  

15 Temmuz: 4




Nefes, bir millete her zaman değil, ara ara verilen bir şeydir. Her daim nefes elde edemezsiniz. Önemli bir savaşla, kritik noktalarda kazanabilirsiniz onu ancak. Ve birkaç asır bu nefesi kullanırsınız. Tükenince nefes, onu tekrar edinmenin çarelerine başvurursunuz.
İnsan bunu yapar. Cemiyet yapar. Fikir yapar, felsefe yapar. Şiir yapar.
Düşünün çağımızın siyaseti açısından hiçbir referans, işe yaramamıştır. Binlerce siyaset bilimciden okunan milyonlarca bilgi parçacıkları siyasetimizin geleceği açısından pek fayda sağlamadı. Ve siyasamızı büyük oranda kök ve referans kargaşasına sokması da caba olarak kaldı. 15 Temmuz Direnişi, bu kargaşayı sonlandırdı, düğümlenen yerleri gösterdi. 
Sanatımızdaki üstünlük de deneysel veya biçimsel çalışmalarla değil, nefesle kazanılacaktır. Ve bu nefes, sanatımızı, şiirimizi yenileyecektir. Biçimsel değişikliğini şiir, kökten gelen böylesi bir etkiyle yapacaktır.
Düşünün ki, Bedir nefesinden sonra cemaatin birçok unsuru yenilenmiştir.

Malazgirt Harbi, Kurtuluş Savaşı sonrası, hayatımızda yeni sayfalar açılmıştır.



y.türk