4 Mart 2015 Çarşamba

Godot Olmadığına Göre

Temrin dergisi, Ocak- Şubat 2015, sayısında  yayımlanan Kamil Eşfak Berki’nin ‘Sinde Bir Ses’ şiirinin okunmasını öneririm. Şairin önceki şiirlerinden çok farklıdır, şiir. Türk şiirinin içinde neler var, parça parça gösteriyor.  Sıkı düşünülmüş hem de ilham denen şeye bulanmış. Tarih, günün şartları ve muştu dip dibe şiirde.  Bence bunlar Türk şiirinin hüküm sürme şartlarıdır.  Kazıyla yani tarihle, günün şartlarını anlamakla ve geleceğe ışık tutmakla vardır Türk şiiri. Bu bellek, şiirde yerli yerine oturmuş. Türk şiirinin değişmeyen fıtratını, daha doğrusu  bir şey Türk şiiriyle nasıl şöylenir, bu mesele sergileniyor şiirde. Okuyucuyu nasıl durdurmak gerekirse öyle durduruyor ve nasıl söylemek gerekirse öyle söylüyor şiir. Dünya şiirinde Türk şiirinin ayrı bir adab-ı muaşereti var yani. Aklınıza bu geliyor.  Bu adab-ı muaşeretlerden bir tanesi de aslında şiire bir sonuç verilebilmektir. Ya da bir muştunun iliştirilmesidir. Ve bu önemlidir. Mesela günümüz şiiri, istisna o kadar azdır ki,  başlı başına bir şikayet şiiridir.  Oysa Türk şiiri, sayar döker şikayetini ama sonuçta bir karar alır. Ya da bir davete yol gösterir. Yunus böyle yapar.  Akif de. Örneğin Yunus ‘Sen de gönenmek istiyorsan gönüle gir, deyip bitirirken şiirini, Müebbet bir bahar insin şu yanmış yurda, Mevla’dan’ dizesiyle sonlandırır Akif de şiirini. Türk şiiri en bariz biçimde biterken yaptığı bu şeyle başka millletlerin şiirlerinden ayrılır.  Yani Allah’tan ümit kesilmez, der. Ebterliği, geleceğe döl gönderememeyi reddeder.  Bizim şiir kişisi dediğimiz ortak tarihi fıtratın bir tavrıdır, bu.

 

Anadolu’da doğmuş lakin gizlenmiş doğduğu yer

sıkı dur ey ehl-i nifak

selen bir yiğit besbelli lakin o bir şahbaz

kızoğlankız bir kahraman




Burada benim inancıma gore Berki, Mehmet karakterini anlatıyor. Anadolu’da doğan, şu an şahbaz olan, imanımca odur. Godot olmadığına göre.  Berki, açıkçası bunu daha net açık etmeli.  Onu bu kadar gizlemeye hakkı yok, Berki’nin

Yeprem Türk



1 Mart 2015 Pazar

Sonra...

Ahmet Davutoğlu, ilginç konuştu. Aslında Akparti’nin söylem olarak gelip dayandığı sınırı açık etmesi bakımından önemlidir, Davutoğlu’nun konuşması. Çözüm süreci hakkında yaptığı son değerlendirmelerdir bu konuşmanın içeriği. Davutoğlu, bu Türk şu Kürt demeden oluşan siyasi ve demokratik bir çatıda buluşmaya çağrı yapıyor. Ötekine şu, diğerine de bu demeyeceğiz, pekala ne diyeceğiz. Devamı gelmiyor. İşin içinde ayrılıkçı şeylere karşı reddiyeler var. Ancak reddiyelerin yerini bir davetin doldurması gerekmiyor mu? İş reddiyede kalıyor. Davet yok. Bu millete Türkiye halkları veya Türkiye halkı gibi ifadeler kullanmakla da diğer yandan meselenin özünden kaçılıyor. Izmir’de kürsüde Türkiye halklarıyız diyen bir siyasetçinin o halklardan hangisinin tarafını kastetteği o kadar aşikar ki. Ya da Diyarbakır’dakinin. Günümüzün tüm partileri, meseleyi buraya kadar toparlayabilir. Türk Kürt meselesinin üstünde bir milletiz oysa. Halklar yok yani, tek bir halk var. Daha doğrusu tek millet. Bu açıdan yeni bir siyasal sürece ihtiyaç var. Bazı partiler yüzyıl öncesinin milliyetçi akımı etkisinde iken; bazıları da Osmanlı torunu olabilmişler ama yeni bir şey olamamışların partisi şeklinde duruyor. Neden? Çünkü Osmanlı Milleti’nin süreğinde Mehmetli Milleti olarak nefes tazelemiş bir milletiz, biz. Din, tarih, kültür özetimiz, çağımızda böyle söyler.
Allah, Diyarbakır meydanında Mehmetli Milleti derken İzmirde’ki kardeşlerimizi, aynı şeyi Edirne’de söylerken Diyarbekir’deki kardeşlerimizi akla getiren bu gerçeği yine oralardan söyletmeyi nasip etsin. Sonra Filistin’de de.


Adem Kalan

Önemli Olan



Yerini bulmazsan bu dünyada işin zor
Tam sınırda kalan bitkiler gibi kaba davranırlar sana
Bir o bahçeye eğerler seni sahibin görmeden bir bu bahçeye
Bugün bizim olsun derler yarın başkalarının
Oysa sen bir insansın                            başka neyin var
                                       yerinden
                                      kendinden
                                     Tanrı'ndan

Yerini bulmaktır önemli olan sonra kendini bulmak
Allah'a nasıl bir Yeprem götüreceksin budur önemli olan
Acında bile hücrelerinin sözünü bir bir yansıtabilmek
Gülüşlerin zaten başkasından doğal olarak ayrılmak demek, önemli olan gülmeye devam edebilmek
Kasmadan triplere girmeden mizacı eğip bükmeden
Bir bardak su içişinde tüm hayatını özetleyebilmek örneğin önemli olan

Kendini buldun mu artık inancını bulmaktır önemli olan
Herkesin Allah'ından bir fayda gelmez sana
Halvete giremezsin onların Allahıyla, bol zaman geçiremezsin
Sahibin gibi konuşamazsın, rahat edemezsin
Önemli olan kendini bulup sonra Allah'ını bulmak önemli olan
Ev kadını ol veya çiftçi ol hiç fark etmez
Dile balkona astığın çamaşır ipinden sana çıkıp gelsin Allah
Veya bahçene ektiğin marul yapraklarından 



                       (Yeprem Türk'ün, Önemli Olan kitabından.)

22 Şubat 2015 Pazar

KURULUŞ DERGİSİ, SAYI 8, MART NİSAN 2015





NOT


Başkaları için yazmayı bırakmak isterim. Kendi halimde bir okuma yazma serüvenini yine kendim için yapmayı da. Kuruluş dergisi sayı 8’i son sayı olarak basmayı örneğin. Ya da 9’u. Çünkü yazıyorsan  öncelikli olarak elinin altında eleştiri türünü çalıştırıyorsun demektir, bu. Son yüz elli yıldır Doğu hem kendisini hem de Batı’yı eleştirmiyor mu? Eleştiri türü, esas oğlan oldu artık yazında. Adam, adem olma yollarından biri de bu çünkü. Şair doğal olarak başka şairleri de eleştirir. İşte bu, bizde yapan adına hasara yol açıyor. Oysa kimsenin kişiliğine, onuruna laf dokundurmuyorsunuz ve bu ürün şöyle böyle diyorsunuz yine de kırgınlıklar oluşturuyorsunuz. Nitekim hep de öyle oldu. Demek istediğim, şiirde, insanın canı bonzai çeker gibi Allah çekmez. Bu tavır fıtrat bozukluğundan, kültür yokluğundan, medeniyet boşluğundan ya da felsefesizlikten ileri gelir. Dün divan şiirindeki kadeh şarap kelimelerinden yola çıkarak inanca gider gibi rakı içenler vardı. Bugün tersi yapılmak isteniyor. Yani şiirdeki düzen bozulur gibi kuruluyor. Toplumsal kişilik, karakter ıskalanıyor.

Dediğim gibi sırf bunlardan dolayı tekrar yazmaya başlıyorsunuz. Diğer nedenler de var tabii. İtibar dergisinin ve Fayrap’ın duruşu misal. Popülerlikleri bu ara bayağı fazla. İmkanlarları oldukça geniş, dediğim dergilerin. Buna en çok ben sevinirim. Sonuçta Müslümanların edebiyat dergileridir İtibar Ve Fayrap. Ama bir şeyi de atlamamak lazım. Bu dergilerin bugünkü yoğun trafikleri Dergah’ın başarısı şeklinde  görülüyor. Dergah zihniyeti hece zihniyetidir. Fikir olarak Fayrap’ın da. Zaten biçim olarak da İtibar hececi olduğunu gösteriyor. Hece aslında çokça, bir beylik/cumhuriyet ölçüsüdür.  Hayatidir de. Yani hece dağılma sonlarında kalan tek kaledir. Misak-ı milli mahremiyetindedir. Hece, Türk’ün  şiirde bir şekilde sağlığına kavuştuğu, kendini toparladığı iyi mağarının adıdır. Hece biterse Türk şiiri biter. Belki Türk’ün tasavvuru da biter. Ama yine de  bizim millet olarak hep bunu sürdürmeyeceğimiz belli. Çünkü medeniyet ufkumuz sırf buna rıza göstermez. Hep mağarada kalmak da hiç kalmamak da bitiricidir. Kuruluş birincisini söylerken Fayrap ve İtibar ikincisini söyler.  Bir de meselenin bu yönü vardır.

Adem Kalan


ahmet murat



...
Hayatla aynı otobanda kapışmak istiyorum acilen

Emniyet kemerini söküp atmak, hız sınırından taşmak, kafa kıyak, yalnayak
... 
Ahmet Murat
 
           Ben Ahmet Murat’ın  şiirlerinde verilmek istenen anlamı sahici bir şekilde yazdığına, kendi namıma inanmıyorum. Kimsenin sahiciliğini sorgulamak haddime de değildir. Ama sadece inanmıyorum. İnanmak istesem de bu olmuyor. Çünkü ben Ahmet Murat’ın, günümüzün burjuvatiklik ve  haz işgaline uğramış insanların sahip oldukları ağız tadını sadece iyi değerlendirdiğini, onların ağızlarına layık ilahiler hazırladığını düşünüyorum. Bu ağza layık şiirler yazmak, iyi bir tasavvuf şairinin düşüneceği bir şey olmasa gerek, bunu buraya ekliyorum. Çünkü şımarık, artist bir tabakadır bu belirttiğim kütle. Tasavvuf şiirinin kökence istediği çile safhasına  talip olmaları da hakikaten zor. Çoğu  söyleme de inanca da jestle yaklaşırlar.  Çilen yoksa jestin olur, kural bu. Belki cumhuriyet eğitiminin benlik vurgusu oldu bunu bu kadar geniş bir kitle üstünde ortaya çıkaran şey. Görmüyor musunuz  paçaları hep tozlu(sahici) olduğu iddia edilenler bile bu söylemin el bebek gül bebek çocukları oldular. Bu tavrı kendi ailesine götüren ilk düşünce de aslında Kemalizm’dir. Müslümanlarınsa tarihi seyirde ‘sen biriciksin, üstünsün, artistsin’ zihniyetinden rol kapıp buna ayılıp bayılmaları asla düşünülemez. A. Murat’ta böylesi iğneleyici bir üslup var. Ahmet Murat, bu hastalıktan payını almış görünüyor. Haz, hız ve müptelalık gibi çağın hastalıklarını inanca yürütüyor.

Özcesi Ahmet Murat’ın ilahilerindeki kişiliğin çoğu dizede fıtraten bozukluğu vardır.   Oysa en çok sahicilik payesini talep ve hak eden şiir tasavvufa şöyle veya böyle bulaşmış şiirlerdir.  Sadece iç alemde değil dış çerçevede de halkın birikimini kucaklamayı gerektiriyor. Mesela Turgut Uyar’ın Naat’ındaki kişilik Ahmet Murat şiirlerindeki kişiliğin çok fevkindedir. Ondan kavidir.  Allah’a yönelse de kişilik, fıtrat önemlidir. İlahi türünün marjinalize edilmesi ilahiye ne kazandırabilir ki?                                                                              



 Yeprem Türk