Cumhuriyet
tipi insan türü, ne medenidir ne de barbardır. Bu insan, olsa olsa bir
kültürcüdür. O da Avrupa -yerli karışımı bir kültürcüdür. Hani biraz ondan koy,
biraz bundan gibi. Melez yani. Mahallemizin havayi takımı desem bunlara
daha iyi olur. Sonuçta gene de bizden sayılırlar, onlar. Dertleri,
sıkıntıları farklı sadece, cumhuriyet zihniyetiyle yaşamasını iyi
biliyorlar. Bu yüzden de rahattırlar. Onlar adına üzülmeye gerek yok.
Oysa medeniyetçiler ve barbarlar böyle değil. Dervişler de. Bulamacı
hiçbir alanda sevmezler. Evetçi ya da hayırcıdırlar. Haev değil.
Düpedüzlük nasıl bir şeyse öyle. Diyeceksiniz şimdi sen onları yüceltmek için
yazıyorsun. Ben diyeceğim ki hayır. Ben aslında bu metni,
onları övmek için değil. Onların hallerine yanmak içi yazıyorum.
Sezai Karakoç ve İsmet Özel. İşte cumhuriyetin
belli bir dönem köşeye kıstırdığı kişiler bunlar. Hani bir şiirde bir mısraın
dediği, uzun yola çıkmaya hüküm giymişler belki. Cumhuriyetin vur abalıya
yapıp sesini kısmak istediği insanlar. Diğer yandan bir de Nuri Pakdil
var . Bunların üçü de cumhuriyetin bir gecesinde rahat uyumuş insanlar
değiller. Yazdıklarından bu anlaşılıyor, verdikleri mesaj bu yönde.
Cumhuriyetten razı değiller. Cumhuriyetten bir nimet istemezler, hatta
takipçileri olsun cumhuriyetten. Dilemezler.
Mesela İsmet Özel bu karardaydı. Bu sistemde, bu
hayatla, kendini kimse anlasın istemiyordu. Çünkü yanlış anlaşılacağından
korkuyordu. Cumhuriyetin insanını bozuk paraların, sivilcelerin insanı olarak
gösteriyordu. Onlarla beraber olmaya hala niyeti yok. Onların sahte
hoşgörü ve sevgi gösterilerinin altında
hinlikler bulmuştu. Böyle düşünüyordu. Bu algıyla medeniyete
gidileceğine dair bir güven taşımaz. Barbar olmayı seçti. Çünkü barbarlık,
bir yönüyle bir odun gibi dümdüz, açık seçikti.
Nuri Pakdil, daha farklı bir konu. İçi
seni dışı beni yakar cinsinden. Çoğu, az yazmış ama yazmadıklarını
yaşamış diyebilir, Nuri Pakdil için. Ama Sezai Karakoç da İsmet Özel de ne
kadar uymadıysa cumhuriyet vitrinine onlardan daha fazla yakışmayan da odur
oraya. Tipi de yaşaması da yazması da öyledir. Bu bakımdan hepsinden daha
yalnızdır. Bu bağlamda şu an yaşayanlar arasında en hayret ettiğim
adamdır. Niye ona bu hayret? Bu da bir damar meselesidir.
Oysa ben Sezai Karakoç’a daha fazla yanarım.
Diriliş’in fikir olarak heba edildiğini düşünürüm çünkü. Diriliş, bir
uyanış, bir uhrevi mücadele alanı değil artık. Dergilerde Diriliş, bir
figür, bir meşruiyet kazanma aracıdır. Diriliş’ten bahsederseniz derginiz
satar. Yoksa satmaz. Diriliş’in ilerisini görmek ve Diriliş’in gereğini yerine
getirmek zorunda değilsiniz. Onu dile pelesenk etmek yeter. Oysa Sezai Karakoç
söyle demişti: Asıl medeniyet,
aslında kendini medeni zannederek konformizme ve burjuvaya yaklaşma
tehlikesinden koruyup da sırf bu nedenlerden dolayı da medeniyeti reddeden
insanın barbarlığa düşme tehlikesini görenlerin oluşturacağı bir şeydir. Belki
bir bıçak sırtında durma hali olarak adlandırmalıyız biz bunu. Çünkü medeniyet
genelde tüm meyvelerini bu iki tehlikeden uzak durduğu müddetçe ve her iki
taraf adına da bu iki tehlikeyi görenlerin çoğunlukta olduğu zaman diliminde
vermiştir. Bunlar Sezai Karakoç’un değil benim cümlelerim. Ama onları yine
Diriliş kitaplarından süzüp çıkardım. Başka bir adresten değil. Sezai
Karakoç medeniyeti böyle yorumlamıştır. Medeniyetin hafif bir gevşeklikte
evrileceği hazcı alanla düşünceleri arasına bir tel örgü çekmiş.
Diriliş’i korumuştur. Oysa günümüzün medeniyetçi geçinenlerinin gözleri
bu bıçak sırtında değil, medeniyetin bir yönden kendi sınırını aşarak getirdiği
zihni cümbüştedir. Özellikle de Sezai Karakoç’un Diriliş’te atfettiği
medeniyet değerlerinin sonradan, bazı takipçileri tarafından bir cümbüş
enstrümanına dönüştürülmesi bundandır. Cumhuriyetin kendi yarattığı
figürler var. Peki kimler bunlar: Sen, ben, o... Bunlar sayesinde
dervişliği, medeniyeti, ayak diremeyi kuşa çevirmeyi biliyor cumhuriyet. Bu
kuşa çevirmeler böyle olmuştur . Oysa bir Nuri Pakdil, Sezai Karakoç, İsmet
Özelcilik kavgası değil, bir cumhuriyet sorunu olmalıydı meselemiz.
Neden?
Her şeyden önce cumhuriyet, dışta fason bir biçimdir. İçerde fason bir
muhteva. Her açıdan kekre bir tadı var cumhuriyet denilen şeklin. Ama bu,
batılılar adına öyle değil, bizim adımıza böyle. Bizde bozucu, onlarda
kurucu. Çünkü batılıların üretip de dünyanın değişik yerlerine ihraç
ettikleri bir şey olduğu herkesçe bilinir cumhuriyetin. Mesela onlar
istedikleri zaman cumhuriyetleri bütünleyip Avrupa Birliği gibi bir formatı
yumurtlayıverirler. Ve hem pratik, bütünleyici hem de koruyucu bir şey
çıkar ortaya. Biz de ise bu tür hareketlerin bir karşılığı şimdilik yok .
Olsa bile zaten zaman alacaktır. Cumhuriyetin aksam bilgisinden bertarafız
bundandır muhtemel. Üstünde yaşadığımız halde cumhuriyetin rabıta
ettiği şeylerin arasında biz bulunmayız, ki bu da ilginçtir, düşünülmeye değer.
Bu metinde aslen bunu söylemek isterim. Ne Nuri Pakdil, ne Sezai Karakoç, ne
İsmet Özel var orada. Hakikaten bu işin adı nedir, bir
türlü koyamıyoruz. Bir formatız da yok, işte cumhuriyet bize göre budur
diyebilelim. Biz cumhuriyete modern anlamda beyliktir dedik ama tam olarak o da
değil. Yine de günümüzde cumhuriyet için, onu hafiften tanımak adına ancak bir
beylik benzetmesi yapabiliriz. Ama beyliklerdeki bey, imam, cami telakkisi
yoktur onda. Merkez neresi, bu halen belirsiz. Bizim dışımızda,
Avrupai bir rabıta yapmaya devam ediyor cumhuriyet. Demek istiyorum ki,
bu devran böyle sürdükçe, cumhuriyet açısından bir medeniyetçi ya
da barbar olmuşsunuz, boş. Bunun bir anlam taşıdığını sanmam. Kimse
sizi anlamaz. Anlamak da istemez . İkisinde de cumhuriyetin dışında,
ötesindesiniz. Yani cumhuriyette yeriniz yok. Ancak kültürcü olursanız
durum farklı , o da biraz Avrupai bir kültür mesaisi ister, ki
içerde, evde yaşama şansınız olabilsin. Bu yüzdendir, Avrupa
heveslisi kültürcülerimiz dışında, cumhuriyete ayak basıp, rahat yaşayan
bir derviş bir medeniyetçi bir barbar tanımadım ben kendi adıma. Onun için
gelin, bırakalım şuculuğu buculuğu. Meselemiz cumhuriyettir.
Yeprem Türk