29 Eylül 2013 Pazar

Çiviler ve Çiçekler


Ama bu çiçekler naylon çiçeklerdir. Gerçek değil. Çiviler de öyle. Bu çivilerin uçları olduğundan çok sivriltilmiş. Sırf kanatsın, ezsin bütün çiçekleri de kendisine canavar dedirtsindir amaç. Overdoz türünden şeylerle belirgin tarafları abartılmış varlıklardır, bu çiçekler ve çiviler. İşte seksen şiiriyle doksanın epik şiirini yan yana koyarsak böyle bir manzara çıkar ortaya.

Sen elimden tutunca

Ben miydim yoksa bir başkası
Yürüyen seninle

                                                (80)

Hasiktir patron hasiktir afedersin
Sen de bizim bir şeyimizsin işte
Bunca küfür savurduk bunca güzel dedik anana 
                                                 (90)

Birini sahte bir çiçeğe, diğerini de vahşi bir çiviye örnek göstermek için, iki şiirden alıntı yaptım yukarıya. Şiirlerin altlarına şairlerinin adlarını yazmadım. İsimlere değil, iki ayrı şiir anlayışına dikkat çekmek, niyetim.
Birincisi; gördüğünüz gibi ilk şiirin gözleri boncuk boncuktur. Dışarıdan, bir şekle de sahip görünüyor şiir, ama muhtevada fevkalade boş. İleri düzeyde biçimci. Görüntüsü var şiirin ama etkinlik alanı oldukça dar. İşin ilginç tarafı seksenler şiirinin çoğu şairi şiirlerini bu tarzda inşa etmiştir. Felsefeci bir tarafları da vardır bu şairlerin. Başka disiplinlere ilgi gösterdiklerini ara ara duyuyorum, biliyorum. Yani epey entelektüel sayılırlar da onlar bu açıdan. Buna rağmen seksen kuşağının şiirde hala resim çizmeleri pozisyon mısraları yazmaları garip duruyor. Karın gökten nasıl bir kavis çizerek düştüğünü anlatan türden mısralar var hala seksen şiirinde. Bu aslında onların, bildikleri şeyleri şiirlerinden esirgediklerini ya da şiiri nasıl bir şey olarak algıladıklarını gösterir. Şiiri gövdelerinden ve kavrayışlarından ayrı bir şey olarak görüyorlar demek ki.

İkinci şiirse, sert ve çirkin bir şiir. Fakat bir o kadar da çekici duruyor. Yazılması gerekli miydi bu şiirin? Bence daha farklı bir imajla, yolla yazılabilirdi şiir. Çünkü günümüzde kapitalizmin ağalarının, bu şiirde geçen sözlerin anlamını bazen bir şekilde duymaları gerekiyor. İnsanlık kriterlerine göre, hangi iş ve yol tutuşta hangi kıymete eş değerdir bir patron , bu ona şiirle de bildirilmelidir. Gerçi ben şiirde, öfkenin boynu bükük boğalar gibi oturanını seviyorum, hak yememek adına. Ve bunu biraz Hakan Arslanbenzer’in Vatan Somuttur şiirinde görmüştüm.

Seksen ve doksan kuşağı şairleri birbirine zıt kuşaklar halinde belirirler, her yönden. Hem kişilik hem de sanat açısından farklı alemlerin, ayrı fikirlerin adamlarıdırlar. İki kuşak da birbirinden hazzetmez hatta nefret eder. Çünkü seksen kuşağı alabildiğine yumuşak, gösteriş sahibi ve form güzeliyken doksan kuşağı ise ürün açısından oldukça sert ve yüksek bir sesle tebarüz eder. Ayrıca, seksenler şiirinde baygınlık dışında okuyucuya geçen bir etkiden bahsetmenin mümkünü yok. Epik şiirse etkiyi sertlik sağlamak olarak algılamıştır. İkisinin de dengesi bulunmuyor yani. Doğallık, kendiliğindenlik değişik kaygılardan feda edilmiş. Seksen kuşağı şairleri düşünceye bulaşmadan, omuzları üstündeki kafalarına karışmadan işlerini yürütürken; doksan kuşağı ise tam tersine feraseti, sezgiyi çoğu defa şiddete ya da popülist bir akla harcamışlardır. Oysa Türk şiiri ne doksanın epik şiiri kadar sert ve kabadır ne de gözleri hayatı görmeyecek kadar boncuk boncuk ve ter ü tazedir.

Yeprem Türk