Varaka, yeni çıkan bir dergi. Aslında ona fanzin
demek daha doğru. Malatya’da çıkıyor Varaka. Dergide öykü, şiir, günlük ve bir adet de eleştirel metin var. Ama benim dikkatimi çeken
metin Şaban Ekinci’nin ‘Şiir Nedir
Şair Kimdir? Adlı yazısıdır.
![]() |
Hakan Arslanbenzer |
Ekinci, metninde yeni epik şiirle lirik şiiri
karşılaştırmış. Metnine, kuşak
olarak doksan kuşağını, şairler
olarak da bu iki damarın öne çıkan şairleri
Hakan Arslanbenzer’i ve Cevdet Karal’ı konu etmiş.
Aslında epey bir aradan sonra, doksan şiirine
masum bir gözle bakan bir metinle karşılaştığımı söyleyebilirim.
Şaban Ekinci, metninde günümüzün şiirini hem lirik şiirin
hem de epik şiirin etkilemeye devam ettiğini belirtiyor. Ama aslan payını da epik şiire veriyor. Diğer
yandan yeni epik şiirin de zirve yapmaya doğru gittiğini
hatırlatmaktan geri durmuyor. Aslında bu tür tespitleri yeni epik şiirin hamilerinden okumadım da değil. Bakalım gerçekten öyle mi?
![]() |
Cevdet Karal |
İlk olarak Şaban
Ekinci’nin lirik şiir ve epik şiir ayrımı üstünde biraz durmak isterim. Önce belirtelim ki lirik şiir,
bizim şiir geleneğimizde
salt bir duygu yoğunluğu veya içinde bilinç barındırmayan bir şiir
türü şeklinde tarif edilmez. Daha doğrusu lirizm,
şiirsellik veya coşku
anlamına gelmez. Lirik şiir, günümüzde ifade
edilenin tersine hem şiirselliğe hem de bir anlama sahiptir. Yani hem müziğe
hem de bir akla dayanır. Bu tespitin az anlaşılmasından olsa gerek, modern sanatta bir şey ifade etmeyen şiirler
lirik sayılır. Aslında bu olguyu ya da
yanlışı en kestirme yoldan bize İsmet Özel açıklamıştır. Bir
söz söylüyorum şiir
olmuyor, şiir
söylüyorum bir şey
söylemiyor. Böyle demişti İsmet
Özel yıllar önce. Ve İsmet Özel, vardığı bu yargıda ne lirizmi ne de sadece anlamı önceleyen şiiri kast ediyordu. Şiirin taşıması
gereken iki vasfı anlatmaya çalışıyordu. Doksan şairlerinin anlamadıkları şey
buydu sanırım. Yani şiirin türüyle şiiri verimli kılan olanakların birbirinden
ayırt edememeleriydi. Veya şiirin
özellikleriyle şiirin şartlarını
birbirine karıştırmaları. Mesela Cevdet Karal’ın şiiri çoğu kere, birkaç istisnai
durum dışında hakikaten pek bir anlam ifade etmez ve yukarıda
dillendirdiğimiz yanlış
lirizm anlayışından dolayı Cevdet Karal’ın şiirleri
de lirizme dahil edilir. Zaten Şaban
Ekinci de Cevdet Karal şiirini okurken Hakan Arslanbenzer şiirinin düşündürücü,
tespit edici özelliğini ister istemez arıyor.
Tam tersinden, Hakan Arslanbenzer şiirini okurken de Cevdet Karal estetiğini veya şiirselliğini bekliyor şairden.
Ve Ekinci iki şairin bu eksik şiir
tutumlarını mizaç farkı olarak yorumlar.
Ne var ki bu bir mizaç farkı değil;
aslında epik ve lirik şiir ayrımı da sayılmaz. Şiirin sadece bir imkanıyla ilgilenme
meselesidir. Oysa büyük şairlerde ikisi de mevcuttur.
Mizaç farkı ayrıca yine kendisini belli eder bir şiirde.
Bundandır İsmet Özel şiirinde
soğuk bir şiirsellik
bulunurken, Sezai Karakoç şiirindeki
şiirsellikse sıcaktır. Ama ikisinde de şiirsellik mevcuttur. Daha önce İsmet
Özel’in, bir televizyon programında en iyi Türk şairi
olarak Ahmet Muhip Dıranas’ı işaret etmesi tam da bu mevzunun anlaşılması içindir oysa. Yani İsmet Özel, Dıranas’a öncelik verirken şunu demek istiyor bir bakıma. Bir şair olarak İsmet Özel, mana olarak nesnel karşılıklar taşıyan
sözler söylemeye yatkın bir kişiliktir.
Ama bu onun şair sayılmasına yetmez. Bir yerde şiirsellik edineceği
adresler bulmalıdır Özel. İşte o adres de Ahmet Muhip Dıranas’tır. Nazım değil.
Çünkü Nazımlık zaten İsmet Özel’de çok fazla
bulunur. Mecburen Dıranas’a yönelmek zorundadır, Özel. Yani Özel’in bu
hareketi, bir şiiri şiir
yapan iki imkana da kavuşmak amaçlıdır.
Aslında Cevdet Karal şiirinin özellikleri de Hakan Arslanbenzer şiirinin imkanları da iyi şiirde yek vücut halinde bulunması gereken ayrı
iki parçalardır. Okunma esnasında birinin diğerini,
diğerinin öbürü aratması böyle yorumlanmalıdır. İyi bir lirik veya epik şiirin hamurunda farklı oranlarda ikisi de
bulunur çünkü. Doksan şiirinde bu yüzden lirik ve
konuşan şiir
diye iki ayrı kanal yok; şiirin gerekli iki
imkanından sadece birini kullanarak birbirinden ayrılan farklı anlayışlar var. Ve neo-epik şiir, bu sakat anlayışla doğmuştur başlangıçta.
Ekinci’nin yeni epik şiirin
belli aşamaları tamamladığı
yargısına gelirsem, günümüzde yazılan iyi şiirlerin
doksanlarda çizilen epik şiir anlayışına uyduğunu
düşünmüyorum. Çünkü doksanlardaki epiğin geleneksel (ama kalkıp kendisi gelen) şiirin
çoğu imkanını göz ardı ettiği bilinir. Bu bakımdan cumhuriyetin ilk
yıllarındaki hece şiiriyle benzeşiyor da hani. Ki hece şiiri, ortaya çıktığı zaman değil
yıllar sonra, 1940’larda bir anlam ifade eder hale gelir. Ekinci, böyle bir şeyi anlatmaya çalışıyor sanırım yazısında.
*Varaka, sayı 1
Yeprem Türk