5 Ekim 2013 Cumartesi

Şiirin İmkanları mı Türü mü?




Varaka, yeni çıkan bir dergi. Aslında ona fanzin demek daha doğru.  Malatya’da çıkıyor Varaka. Dergide öykü, şiir, günlük ve bir adet de eleştirel metin var. Ama benim dikkatimi çeken metin Şaban Ekinci’ninŞiir Nedir Şair Kimdir? Adlı yazısıdır.

Hakan Arslanbenzer
Ekinci, metninde yeni epik şiirle lirik şiiri karşılaştırmış. Metnine, kuşak olarak doksan kuşağını, şairler olarak da bu iki damarın öne çıkan şairleri Hakan Arslanbenzer’i ve Cevdet Karal’ı konu etmiş. Aslında epey bir aradan sonra, doksan şiirine masum bir gözle bakan bir metinle  karşılaşğımı söyleyebilirim.

Şaban Ekinci, metninde günümüzün şiirini hem lirik şiirin hem de epik şiirin etkilemeye devam ettiğini belirtiyor. Ama aslan payını da epik şiire veriyor. Diğer yandan yeni epik şiirin de zirve yapmaya doğru gittiğini hatırlatmaktan geri durmuyor. Aslında bu tür tespitleri yeni epik şiirin hamilerinden okumadım da değil. Bakalım gerçekten öyle mi?

Cevdet Karal
İlk olarak Şaban Ekinci’nin lirik şiir ve epik şiir ayrımı üstünde biraz durmak isterim.  Önce belirtelim ki lirik şiir,  bizim şiir geleneğimizde salt bir duygu yoğunluğu veya içinde bilinç barındırmayan  bir şiir türü şeklinde tarif edilmez. Daha doğrusu lirizm,  şiirsellik veya coşku anlamına gelmez. Lirik şiir, günümüzde ifade edilenin tersine hem şiirselliğe hem de bir anlama sahiptir.  Yani hem müziğe hem de bir akla  dayanır. Bu tespitin az anlaşılmasından olsa gerek, modern sanatta bir şey ifade etmeyen şiirler lirik sayılır.  Aslında bu olguyu ya da yanlışı en kestirme yoldan bize İsmet Özel açıklamıştır. Bir söz söylüyorum şiir olmuyor, şiir söylüyorum bir şey söylemiyor. Böyle demişti İsmet Özel yıllar önce. Ve İsmet Özel, vardığı bu yargıda ne lirizmi  ne de sadece anlamı önceleyen şiiri kast ediyordu. Şiirin taşıması gereken iki vasfı anlatmaya çalışıyordu.  Doksan şairlerinin  anlamadıkları şey buydu sanırım. Yani şiirin türüyle şiiri verimli kılan olanakların birbirinden ayırt edememeleriydi. Veya şiirin özellikleriyle  şiirin şartlarını birbirine karıştırmaları.  Mesela Cevdet Karal’ın şiiri çoğu kere, birkaç istisnai durum dışında hakikaten pek bir anlam ifade etmez ve yukarıda dillendirdiğimiz yanlış lirizm anlayışından dolayı Cevdet Karal’ın şiirleri de lirizme dahil edilir. Zaten Şaban Ekinci de Cevdet Karal şiirini okurken Hakan Arslanbenzer şiirinin düşündürücü, tespit edici özelliğini ister istemez arıyor. Tam tersinden, Hakan Arslanbenzer şiirini okurken de Cevdet Karal estetiğini veya şiirselliğini bekliyor şairden. Ve Ekinci iki şairin bu eksik şiir tutumlarını  mizaç farkı olarak yorumlar. Ne var ki bu bir mizaç farkı değil; aslında epik ve lirik şiir ayrımı da sayılmaz. Şiirin sadece bir imkanıyla ilgilenme meselesidir. Oysa büyük şairlerde ikisi de mevcuttur. Mizaç farkı ayrıca yine kendisini belli eder bir şiirde. Bundandır İsmet Özel şiirinde soğuk bir şiirsellik bulunurken, Sezai Karakoç şiirindeki şiirsellikse sıcaktır. Ama ikisinde de şiirsellik mevcuttur.  Daha önce İsmet Özel’in, bir televizyon programında en iyi Türk şairi olarak Ahmet Muhip Dıranas’ı işaret etmesi tam da bu mevzunun anlaşılması içindir oysa. Yani İsmet Özel, Dıranas’a öncelik verirken şunu demek istiyor bir bakıma. Bir şair olarak İsmet Özel, mana olarak nesnel karşılıklar taşıyan sözler söylemeye yatkın bir kişiliktir. Ama bu onun şair sayılmasına yetmez. Bir yerde şiirsellik edineceği adresler bulmalıdır Özel. İşte o adres de Ahmet Muhip Dıranas’tır. Nazım değil. Çünkü Nazımlık zaten İsmet Özel’de çok fazla bulunur. Mecburen Dıranas’a yönelmek zorundadır, Özel. Yani Özel’in bu hareketi, bir şiiri şiir yapan iki imkana da kavuşmak amaçlıdır.

Aslında Cevdet Karal şiirinin özellikleri de  Hakan Arslanbenzer şiirinin imkanları da iyi şiirde yek vücut halinde bulunması gereken ayrı iki parçalardır. Okunma esnasında birinin diğerini, diğerinin öbürü aratması böyle yorumlanmalıdır. İyi bir lirik veya epik şiirin hamurunda farklı oranlarda ikisi de bulunur çünkü. Doksan şiirinde bu yüzden lirik ve konuşan şiir diye iki ayrı kanal yok; şiirin gerekli iki imkanından sadece birini kullanarak birbirinden ayrılan farklı anlayışlar var. Ve neo-epik şiir, bu sakat anlayışla doğmuştur başlangıçta. 

Ekinci’nin yeni epik şiirin belli aşamaları tamamladığı yargısına gelirsem, günümüzde yazılan iyi şiirlerin doksanlarda çizilen epik şiir anlayışına uyduğunu düşünmüyorum. Çünkü doksanlardaki epiğin geleneksel (ama  kalkıp kendisi gelen)  şiirin çoğu imkanını göz ardı ettiği bilinir. Bu bakımdan cumhuriyetin ilk yıllarındaki hece şiiriyle benzeşiyor da hani. Ki hece şiiri, ortaya çıktığı zaman değil yıllar sonra, 1940’larda bir anlam ifade eder hale gelir. Ekinci, böyle bir şeyi anlatmaya çalışıyor sanırım yazısında.


*Varaka, sayı 1



                  Yeprem Türk